İstekler ile Mecburiyetler ama en önemlisi 'Özgür' olabilmek...

10:00 Unknown 1 Comments


Mayıs akşamları bir başka güzeldir. Hava ne soğuktur ne de sıcak. Öyle tatlı bir esintisi vardır. Ve penceremden içeriye giren rüzgarın perdemi havalandırması ile bende bilgisayarımın başına geçtim. Hani bir de şarkı sözü vardır;

“Penceremin perdesini havalandıran rüzgar”
“Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar”
“Gir içeri usul usul”
“Beni bu dertten kurtar” ve devam eder en sevdiğim nakaratı ile;
“Yabancısın buralara nerelerden geliyorsun”
“Otur dinlen baş ucuma belli ki çok yorulmuşsun”
“Bana esmayi anlat bana sevmeyi anlat”
“Bana esmeyi anlat esip geçmeyi anlat”...

Bir de bu tarihlerde, ayın görüntüsü de çok güzel olur. Güneş batıp, ay kendisini tamamen gösterdiği zaman ay ışığının karanlıkları aydınlatması ise çok daha güzeldir. Geceyi severim. Çünkü karanlıklar olmasaydı, parlayan yıldızları asla göremezdik! Batan her güneşin geceye dönmesi ve her gecenin de yeni bir sabaha gebe olması, yeni başlangıçları hatırlatır bana..

Ne uyur ne de uyanık olduğumuz araf anlarında gördüğümüz rüyalar vardır. Yeni bir güne gözlerimizi açmaya çalışırken, tüller belli belirsiz kıpırdamaya başlar. Günün ilk ışıklarıyla, sevdiğimiz ve uzun zamandır görmediğimiz birilerinin silüetleri perdeyi aralayarak sessizce odamıza girer. Şanslıysak iki çift laf ederiz. Ama çoğu zaman pamukların arasından kaybolan ay gibi, o yüzlerde sislerin içinde kaybolurlar. Rüya mıydı yoksa tam da uyanmaya çalışırken onları aklımızdan mı geçirmiştik anlayamayız. İşte iki gün önce  bana da ayni şey oldu. Uzun zamandır görmediğim ve çok sevdiğim bir insanı rüyamda gördüm. Belki gün içinde yoğundur diye, akşam olunca arayıp hatırını sordum. Mecbur muydum rüyamda gördüğüm için aramaya? Evet, beni aramaya mecbur eden hiç bir neden yoktu.  Bakacak olursak, bu durum bir zorunluluk ya da mecburiyet değildi. Ben sadece içimden geleni yapmak istemiştim..

Mecburiyet ise bambaşka birşeydir. Aslında tam da yazmak istediğim konunun başındayım şimdi. Yukarıda yazdıklarım nerden esti bilmem ama sanırım bütün suç mayıs akşamlarındaki o tatlı rüzgar esintisinin...

Nasıl yaşamamız gerektiğini yaşarken öğreniyoruz. Çünkü, hayatın kullanma kılavuzunu yanımıza almadan dünyaya geliyoruz. Bu hayatı, hem ilk hem de son kez yaşıyoruz. Hayatımız, biraz kendi seçimlerimizin, biraz da bizimle ilgili yapılan seçimlerin sonucudur..

Yani istekler ile mecburiyetler!!

Mecburiyet, insanı yapılacak şeyden uzaklaştırır ve soğutur. Mecburi olması, isyana sürükler çoğu zaman. Tabi bu durum, bir kısım insan için geçerlidir. Bazıları ise mecburiyetlerle yaşarlar, mecburiyetlere bağımlı kalırlar ve asla kuralların dışına çıkmazlar. Yani kısacası ot gibi gelip, ot gibi giderler. Bahsettiğim mecburiyet; bir askerin vatanı için savaşmaya olan mecburiyeti ya da bir babanın ailesini geçindirmek için köle gibi çalışmak zorunda olması değildir tabi ki. Anlatmaya çalıştığım şu dur;

Mecbur olmak demek, özgür olmayı reddetmek demektir. Çünkü, mecbur olan asla özgür olamaz. Mecbur olmanın özgür olmakla bağdaşan bir tarafı olmadığını bilmeyenimiz yoktur. Bireysel geçmişimiz ise özgürlük mücadelesi ile doludur. Uğruna ağır bedeller ödediğimiz bu özgürlük kavramı nedir? Özgür olmak zorundayız! Evet, “Zorundayız” dedim ve tırnak içine de aldım. Asıl mecbur olduğumuz, özgür olma zorunluluğumuzdur. Peki ya mecburiyet nedir?

Bir kelimeye hapsedilen ve olmazsa olmazımız olan bir zorunluluktur mecburiyet. Eğer bir şeyden kaçamıyorsak, bu kelimeye sığınarak kendimizi temsil ederiz. Mecburum!! Böyle bir şey olabilir mi? Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir insan bu kelimenin arkasına asla saklanmaz. Bu korkaklıktır ya da bir şeylerden kaçmak için insanoğlunun yalan söyleyerek arkasına saklandığı basit bir kelimedir...!

Kısa bir hikaye ile devam edeyim:

“Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir ve yumruk yaptığı zaman elini dışarıya çıkaramaz.

Maymun, tatlının kokusunu alır ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkartması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu tutsak eden bir şey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür."

Hikayeden de anlaşılacağı gibi, bizleri tuzağa düşüren ve o kuyunun içine hapseden şey, zihnimizde olanlara bağımlılığımız ve arzularımızdır. Ancak, elimizi açıp bağımlı olduklarımızı ve benliğimizi serbest bırakırsak ‘özgür’ olabiliriz..

Modernleşmek demek, bireyselleşmek ve özgür olmak demektir. Birey olarak özgür olmak, insan gelişiminde varılacak en üst noktadır. Evet, insanlar dünyayı çok değiştirdiler ama ne yazık ki, en az değişen kendileri oldu...

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye BIÇAK.











You Might Also Like

1 yorum:

  1. Evet mayıs akşamları bir başka güzel .. mecburiyetlerin olmadığı özgür bir yaşama.. yine çok güzel bir yazı olmuş, içim kıpır kıpır oldu.

    YanıtlaSil