Affetmek en asil intikamdır...

09:35 Unknown 0 Comments


Uzun zamandır instagram hesabıma ‘dm’ den gelen özel mesajlarda, ‘kişiye yapılan ihanet ve nefret’ konusuna yer vermemi isteyenler vardı. Ben de, bu haftaki yazımda sizler için bu konu üzerine yazma kararı aldım..

Hz. Muhammed’in bu güzel sözü ile başlayım yazıma:

“Çok sevme nefret edersin, nefret etme çok seversin”...

Bir zamanlar dost bildiğiniz ya da çok sevdiğiniz kişi ile gün gelir yollarınız ayrılır, düşman olursunuz. Bu durumun tam tersi de olabilir. Düşman bildiğiniz en iyi dostunuz olur, tahammül bile edemediğiniz birine de aşık olursunuz..

İster aşk olsun, ister dostluk, ister iş ilişkileri.. İhanet ile karşı karşıya kalmayan yoktur sanırım.. Böyle bir durumda, nefret edip karşılık mı vermeli? Yoksa affetmeli mi?

Bazı insalar, bazen bir süreliğine bazen de bir ömür boyu yaşamlarımızı alt üst ederler. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi yüzlerini maskelerinin arkasına gizleyerek giderler. Ya da maskeli gelirler, sonra da gerçek yüzlerini göstererek kaybolurlar. Bir zamanlar, gerçek olduklarını düşündüğünüz kimseler, artık görünmez olmuşlardır. Bu durumun zor olan tarafı ise, onları affedebilmektir. Çünkü, bize zarar veren, bizi mağdur eden ve gereksinim duyduklarımızı bizden esirgeyen insanlardan nefret etmeye eğimliyizdir. Hatta, mağdur olduğumuz zaman kendimizi zayıf ve güçsüz hisseder, kendimizden bile nefret ederiz. “Adalet bunun neresinde” deriz. Çaresiz olduğumuzu düşünür, adaletsizlik kavramından nefret ederiz. Aslında, başkalarından nefret ederek başlarız kendimize zarar vermeye..

Nefret, elma sepetindeki çürük elma gibidir. Onu sepetten çıkarmadığımız zaman bütün elmaları çürütür. Nefret etmek, karşındaki kişiyi asla değiştirmez ama seni derinden yaralar. Nefretle başa çıkmanın en güzel yolu ise acıyı kabul etmek ve çürük elmadan affederek kurtulmaktır..

Neden mi? Çünkü, affetmek en asil intikamdır..

Nefreti yenebilmenin tek yolu var: O da affetmek!! Tabi affedebilmek öyle birdenbire olmaz ve kolay değildir. Zaman alır, ama insanı derinleştirir..

Başkalarını affettiğin zaman özgürleşirsin. Bu seni affettiğin kişinin gözünde haksız durumuna düşürmez. Ne de onu haklı yapar. Affettiğin kişi, senin saf olduğunu düşünebilir ya da seni kandırıp aldattığı için zafer kazandığını da sanabilir. Bırak öyle düşünsün! Sen, onunla olan çemberin dışına çık. Affetmek çok zor olsa da, o çemberden çıkarken bağışlayarak çık. Nasıl ki, sen arabada giderken en saldırgan köpeğin bile sana havlaması seni korkutmaz, sen de onu kendi çemberinin içinde öylece bırak istediği kadar havlasın..

 Ve; “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” atasözünü hatırla.. Hiç kimse sonsuza dek yargılayan olarak kalmaz. Gün gelir yargılayanlar da yargılanır...

Bakın bu “sap döner”i bazı yazarlar nasıl ti’ye almışlar;

“Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz”,
“Tanrı’nın değirmeni geç işler ama ince öğütür”,
“Sarı çizmeli Mehmet Ağa, bir gün sorar hesabı”,
“Tavuk döner, et döner gün gelir kasap döner",
“Sen ne hesap yaparsan yap bir gün kelek olur işin, feleğin şaşar Yaşar!”,
“Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli”,
“Gün gelir sen de bu saltanattan geçersin, ne soğuk, ne ılık su içersin. Kaynar suyla kendinden geçersin”,
“Tatlı tatlı yemenin acı acı çıkması olur. Ağzın cezasını, başka bir organ çeker”,
“Gün gelir devran döner”,
“Aklı olan ettiğini bulacağını düşünerek ayağını denk alır”,
“Kimse bu gecenin güzelliğine aldanmamalı. Her gecenin sonunda sabah olacağı unutulmamalı”,
“Keser döner sap döner, beraber yürüdüklerimiz geri dönmez”,
“Gün gelir devran döner, bir gün horoz alta düşer, tavuk öper”.

Yapılan haksızlıklar elbet bir gün yapandan acı acı çıkar. İşte buna da; ‘İlahi adalet’ derler..

Affetmek çok zor olsa da sen yine de bağışla. Bağışlamak demek, geçmişin izinden kurtulmak demektir. Seni üzen, inciten ve yaralayan herşeyden uzaklaşmaktır. Silmektir...

Affetmek; Vazgeçmektir!!

Affetmenin yüceliğini bilmek, insanın kendine yapabileceği en güzel davranıştır. Yapılan haksızlık ya da ihanet karşısında, affedip unutabilmek en büyük intikamdır. Elbet bir gün bağışlanan bir insan, yaptığı yanlışla yüzleşecek ve belki de pişmanlık bile yaşayacaktır. Çünkü insanlar, onlar için ne yaptığını, neleri göze alabildiğini asla anlamazlar, ta ki yapmayı bırakana kadar!! Bu yüzden sen, nefret etmeden affetmesini bil ve VAZGEÇ...!!

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak.















0 yorum:

Hayatınızdaki engeller, başarı basamaklarınız olsun...

09:20 Unknown 0 Comments


Mevlana der ki; “Üzülme! Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir”...

Mevlana bu sözü ile insanların, yaşamları boyunca başlarına gelen bir durumu açıklamaktadır..

Her zaman hayattan bir isteğimiz, bir beklentimiz vardır. Hepimiz, hayallerimize ulaşmak için yaşıyoruz. Ve hayallerimize ulaşmayı, kendimize amaç ediniyoruz. Ama hayallerimize ulaşmak için yürüdüğümüz bu yolda, bir takım zorluklarla ve güçlüklerle karşılaşıyoruz..

Güzel ve bilinmiş “Yoluna Taş Koymak” başlıklı hikaye ile devam edeyim. Hikayeyi biraz da süsleyerek..

“Zamanların birin de bir kral varmış. Kral sarayına gelen yolun ortasına kocaman bir “kaya” koydurmuş. Sonra da penceresinde başlamış beklemeye. Bakalım saraya gelenler, kayayı gördüğü zaman ne yapacaklardı..

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları ve saray görevlileri birer birer gelmişler. Hepsi de kayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler. Kayayı kaldırmak bir yana dursun, aralarında kralı yüksek sesle eleştirenler bile olmuş. ‘Halkından hem vergi alıyor hem de yolları temiz tutmuyor’diye. Penceresinde olanları izleyen kral ise, duyduklarına sadece tebessüm etmiş..

Bir süre sonra saraya sebze ve meyve getiren bir köylü yolda görünmüş. Köylü yolun ortasındaki kayayı görünce, sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve zorlanarak itmeye başlamış. Sonunda kan ter için de kayayı yolun kenarına çekmiş. Küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir “kese”nin durduğunu farketmiş. Keseyi açtığında ise bir de ne görsün, kese altın doluymuş. İçinde de kralın notu varmış ve şöyle yazıyormuş; ‘Bu altınlar, kayayı yoldan çeken kişiye aittir’..

İşte, hayat da böyledir! Hayat akıp giderken, karşımıza çıkan engellerden yakınıyor muyuz? Yoksa çözüm bulmak için gayret mi gösteriyoruz?

Okuyanlar hatırlayacaktır, daha önce bir blog yazımda “Hayat, hep yorar zaten insanı. Çalışsan da yorulursun, konuşsan da yorulursun... Aslında bakacak olursak, insanı, ne işi, ne zaman ne de mekan yorar. İnsanı, insan yorar..” demiştim.. Başarmak için çabaladığımız hayat yolunda da önümüze çıkan engellere yine insanlar sebep olmuyor mu?! Evet diyorsanız, bende sizlere ayağınıza takılmalarına izin vermeyin diyorum;)

 “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar” Atasözünü hatırlamak tam da yerinde olur bence. Bu Atasözünün açıklaması ise şöyledir;

•“Güçlünün daha güçlüsü, yetkilinin daha yetkilisi, yönetilmez sanılanın bir yöneteni vardır,
•Çözümü güç meselelerin, yenilmesi imkansız gibi görünen zorlukların da üstesinden gelinebilecek bir yol vardır. Yeter ki gerekli azim, sabır ve cesaret gösterilsin, yılgınlığa düşülmesin.”

Bize ilk başlarda çok zor görünen şeyler ya da karşımıza çıkan veya çıkartılan engeller, hemen geri çekilmemize sebep olabilir. Azmimiz kuvvetini kaybeder ve yapmak istediğimiz her ne ise hevesimiz kırılır, dizlerimizin dermanı kesilir. Bir sonuç alamamanın verdiği manevi yorgunlukla yıkılır kalırız. Ama azimli olursak ve gerçekten başarmak istersek asla vazgeçmeyiz. Çünkü ‘azmin elinden kurtuluş olmaz’ derler. Bilmeliyiz ki, aşılamayacak hiç bir engel yoktur. Engeller zaten batan dikenlere rağmen aşılmak ve varmak istediğimiz amacımıza ulaşmak içindir. Eğer bu yolda kararlıysak, yıkılıp kalmak yerine tam tersi daha da güçlenmeliyiz..

Herşeyden önce insan, gerçekçi olmalıdır. Hayata toz pembe gözlerle bakıp da sonrasında hayal kırıklıkları yaşamamak için, karşısına çıkabilecek zorluklara karşı aklını ve mantığını kullanıp planlı olmalı ve davasına inanmalıdır. Engeller, azimli insanları başarıya giden yolda kamçılayan manevi güçlerdir. İnsan önce ne istediğini, ne yapması gerektiğini bilmelidir. Sonra ise iradesine, azmine ve cesaretine güvenip hedefine ulaşmalıdır.

Yürüdüğünüz yolda, önünüze çıkan engellere “basamak” gözüyle bakar ve üzerine basıp yükselirseniz, onları geçtikten sonra bir sonraki basamaktan aşağıya tebessüm ile bakmanın keyfini yaşayabilirsiniz!

Ne zaman zorlukla karşılassak vazgeçmek yerine, başarıya yaklaştığımız için mutlu olmalıyız. Çünkü, hayat sınav gibidir. Bazen takılıp kalırız ve yürüdüğümüz yoldan geri döneriz, bazen de sonuna kadar mücadele ederiz. Azimli olursak, zafer bizim olabilir ve emek vererek çalıştığımız zaman engeller “engel” olmaktan çıkacaktır..

Bu haftaki yazımı, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü ile bitireyim izninizle;

“Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem, o işe neler mani olur diye düşünürüm. Engelleri ortadan kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür”...

Mutlu hafta sonları...

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak





0 yorum:

Her son, yeni bir başlangıçtır...

09:25 Unknown 0 Comments


Sabah dışarıdan gelen kuş sesleri ile uyanıyorsanız ve güneş odanızı albenili bir şekilde aydınlatıyorsa ilkbahar gelmiş demektir..

Nasıl ki, baharın gelmesi ile soğuk günlerden ve bulutlu havalardan kurtuluyorsak, sırtımızdaki bazı yükleri ve bizi üzen her ne varsa onlardan da kurtulmalıyız. İlkbaharda yağan yağmurun ardından hemen güneş açıyor ve kuşlar yeniden ötmeye başlıyorsa, bizlerde can kırıklarımızı toplayıp; yani kırılan kalpleri onarmamız için yeni kararlar alma, yeniliklere açık olma ve kalplerimizi temizleyeceğimiz mevsim gelmiş demektir. Hayatın karmaşasından başımızı kaldırmanın ve dertleri geride bırakıp, bizlere zarar veren alışkanlıklarımızdan kurtulmanın tam zamanıdır şimdi. Çünkü bahar, yeniden doğmaktır, hayata tutunmaktır, yeni bir başlangıçtır, mutluluktur..

Sonlar, insanı hayata bağlayan yepyeni başlangıçlardır. Ve her bitiş, yeni bir başlangıçtır..

“Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak” diyordu şarkıcı, “seninle başım dertte” dediği sevgilisine..

Düşündüm de, “son”ları ne kadar çok merak ediyoruz. Maçın sonucunu, sınavın sonucunu, ihalenin sonucunu, mahkemenin sonucunu, survivor yarışmasının sonucunu ve sona yaklaşan her şeyin sonucunu. Hatta bazen okuduğu romanın başında sıkılıp, sonunun nasıl bittiğini merak edip son sayfasına göz atıyor insan..

“Son” nedir sizce? Final midir? Bugünü dolu dolu yaşamak varken, yarın ne olacağını merak eder dururuz. Takılır akıllar sonrasına ve fincanlar kapatılır, fallar açılır. Yarın da bugün gibi bir gün değil midir? Yine bazı şeyler yaşanacak, bitecek ve tekrar başlayacak. Soğuk kışlar bitip de baharın geldiği gibi, en karanlık geceden sonra güneş yeniden doğacaktır..

Aslında “son” sona ermek, sona gelmektir. Son, sonucu görmektir ya da görememektir. Son, bitmektir, tükenmektir, tüketmektir. Aynı zaman da son, yeni bir başlangıçtır da! Yeni bir işe, yeni bir ilişkiye, yeni bir sınava, yeni bir yarışmaya, yeni bir hayata giriş yapmaktır sonlar.  Bana göre insanın hayata karşı kazandığı en büyük zafer; en sonunda ölümün olduğunu bile bile delicesine yaşama heyecanıdır. “Sonu umrumda değil, ben hayatı doya doya yaşamak istiyorum” diyebilmektir..

Bizler, hızla akıp giden yaşamlarımızda bir eş, bir sevgili, bir iş arkadaşı veya bir ortak seçerken, onunla olan beraberliğimizi sürdürüp sürdüremeyeceğimizi hep düşünürüz.. Kendimizi ve hayatımıza herhangi bir sebeple girmiş olan diğer herkesi bir şeyin başlangıcında değil de, bitişinde tanıyoruz. Hayal kırıklıkları, gereksiz tartışmalar ve işlerin istediğimiz gibi gitmeyip bozulması kontrolümüzü kaybettiriyor. Sonra ne oluyor? Tüm bunlar, bizi biz olmaktan çıkarıyor mu? Yoksa, sakin kalmayı başarabiliyor muyuz? İnsanlarla olan ilişkilerimiz sona erdiğinde saygısızlık yapmayı kendimize hak olarak mı görüyoruz? Arkadaşlıkların ardından dedikodu yapmayı ve kötü konuşmayı? Ya da giden sevgiliye küfretmeyi? Unutmayın ki; “Sonlar” da emek ister en az başlangıçlar kadar...!

Elbette zordur insanların kaybetmekten korktuğu şeylerden ayrılması ve vazgeçmek zorunda olması. Bu durum çoğu zaman insanı korkutur. Hayatta öyle sonlar vardır ki, hayat o an bitmiş gibi gelir. Ve öyle zamanlarda insan, sadece sonları görür, sonları yaşar. Peki sonların ardından hayatınızda yeni bir sayfanın açılacağını hiç düşündünüz mü? Belki de bitişler bizler için bir deneyimdir ve bir sonraki deneyime hazırlıktır. Önemli olan, neyi nasıl ve neden yaşadığımızdır. Bazen insanlara ve kendimize kızabiliriz. Kendimizi aldatılmış bile hissedebiliriz. Ama unutmamalıyız ki, bir sonraki yolculuğumuz daha keyifli olacaktır. Yaşamın içindeki gizemi çözmek yerine, ne kazandığımıza bakmalıyız. Kaybettiğinizi düşündüğünüz zamanlar olacaktır. Emin olun kaybettiğinizde bile mutlaka kazandığınız bir şeyler vardır. Hayatın ve insanların dürüst veya çok eğlenceli olacağının garantisi olmasa bile, siz elinizden gelenin en iyisini yapın...

Bana sorarsanız “son” diye bir şey yoktur. Tıpkı bir dizi filminde olduğu gibi 1. Bölüm, 2. Bölüm, 3. Bölüm.. vardır. Her biten bölümün ardından yeni bir bölüm başlar. Sonlar ise zaten finaldir. Hayat perdesinin kapanmasıdır...

“Son” dedikleri şey, umudunuzun bittiği andır.. Umut ise, insan hayatında hiç bitmeyecek bir hazinedir..

Yarın sabah güneş daha bir sıcak doğacak ve yeni başlangıçlar oralarda bir yerlerde sizi bekliyor olacaktır..

Hayatınızdaki her sonun sizler için yepyeni başlangıçlar olması, yaşama sevincinizin ve umudunuzun hiç bitmemesi dileklerimle..

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak



0 yorum:

Dürüstlük değerli bir mirastır...

23:26 Unknown 0 Comments


Hayatım boyunca, bir tek şeyin peşinden koşmayı bırakmadım; “Dürüstlük”. Ve hayatıma giren her kim olursa olsun, tek bir şey bekledim; “Dürüstlük”.

Neden? Diyeceksiniz! Çünkü; “yaşamın boyunca, sözlerin senedin olsun ve dürüstlüğünden asla taviz verme” demişti hayatımda büyük bir yeri olan, o çok değerli insan!! Şimdi ise ondan geriye kalan, bu güzel öğütleri ve bir zamanlar elinden hiç düşürmediği tesbihleri, en büyük mirasım deyip bu haftaki konumu yazmaya başlamak istiyorum izninizle..

Bizler, dört dörtlük değilizdir ve bir çok yanlış yapmış olabiliriz. Yapmamız gerekenler yerine, yapmamamız gerekenleri yapmış da olabiliriz. Mükemmel değiliz ve savunmuyor olabilirizde. Ama her ne yapmış olursak olalım, “dürüstlükten” asla taviz vermeyelim..

“Aldanma insanların samimiyetine! Menfaatleri gelir her şeyden önce.. Vaad etmeseydi Allah cenneti; O’na bile etmezlerdi secde!..” diyen Mehmet Akif Ersoy’un bu anlamlı ve güzel sözü ile devam edeyim...

İnsanların sizinle olan işleri bittiği zaman, dürüstlük oyunları da bitmiş demektir. Hayatımız boyunca bir çok insanla karşılaşır, çok insan tanırız. Ya da tanıdığımızı sanırız. En büyük yanlışı ise, herkesi “kendimiz” gibi sanmakta yaparız. “Dürüst” zannetmekte yaparız..!

Gerçekler yüzümüze bir duvar gibi çarptığında ise, biraz sendeleriz. O kadar çok yalan dolan ve dürüstlük oyunları ile karşı karşıya kalırız ki; tüm öğrendiklerimize ya “yalanmış” deriz, ya da görmezden gelip, yolumuza devam ederiz. “Yalanmış” dersek, o yalanlarla geçen günlerin hesabını nasıl vereceğiz? Ya da görmezden geldiğimizde, ne kadar daha yalanla yaşamaya devam edeceğiz? O zaman dürüstlüğümüz ne olacak? Dürüstlüğümüzün karşılığı ne olacak?

İşte tüm bu sorular geliyor aklıma, konu derinleştikçe..

Bu sorular gelip de kapımızı çaldığında ise, bir dönüm noktasındayız demektir. Belki de, olmak istediğimiz yerde! Ne bir adım geri atmak isteriz, ne de ileriye gitmek. Bir adım atarsak yalana doğru, gerçekleri inkar edeceğiz. Olduğumuz yerde kalırsak, kendimize yenileceğiz.. Öyle çıkmaz bir nokta işte!! Yalan, hiç olmadığı kadar yalan, gerçek ise hiç olamayacağı kadar yalan..!

Herkes, arkadaşlarından, iş hayatındaki insanlardan, ailesinden ve eşinden her şeyden önce “dürüst” olmasını bekler. Çünkü, kimse aptal yerine konulmak, söylenen yalanlardan dolayı zor duruma düşmek ve kandırılmak istemez. Yalan, insanların kendilerini gerçeklerden kurtarmak için baş vurdukları ilk adrestir. Yalan söyledikleri zaman, kimseye zarar vermeyeceklerini ve kendilerini rahatlattıklarını sanırlar. Oysa ki, tam tersi bu yalanları bir süre sonra ok gibi kendilerine geri dönecektir..

Yalancı çobanın hikayesini hemen hemen herkes bilir. Tüm köy halkına, koyunlarını kurdun kaptığını söyleyerek ayaklandırmıştı. Bu duruma inanan köylüler, çobanın yanına gittiğinde bunun yalan olduğunu anlamışlardı. Sonrasında ise, çobanın başına gerçekten aynı olay geldiğinde kimse ona inanmamıştı ve koyunları heder olmuştu.. Burada koyunlara mı yoksa dürüstlüğün önemini acı bir şekilde öğrenen çobana mı üzülmeli??

Bu haftaki yazımı, Celalettin Tokmak’a ait güzel bir şiir ile bitireyim..

“Dürüstlük;
Ayağına prangalar vurdular,
Kör, topal buradan gitti dürüstlük,
Kaç it varsa üzerine saldılar,
Dürüstlere veda etti dürüstlük..

Gururu kırıldı rüsvay edildi,
Bir gece yarısı işgal edildi
Nikahsız, düğünsüz iğfal edildi
Derdinden kahroldu bitti dürüstlük...

Anlayan yok, tutan olmaz elinden,
Bir of çekti derinden mi derinden,
Perişan bir halde kalktı yerinden,
Kendini adliyeye attı dürüstlük...

Mahkemeye çıktı, suçlu bulundu, 
İdamlıktır diye hükmü verildi,
Üç kişiyle cenazesi kılındı,
Bir ıssız mezara yattı dürüstlük...”

Bence, dürüstlük için yazılmış en güzel şiirlerden biridir ve bu kadar güzel anlatılamazdı...

Dürüstlük, hayatta insana kalabilecek en değerli mirastır. Ve insan olmanın en başta gelen gerekliliklerindendir...

Son bir söz; Her ne yaşarsanız yaşayın ama dürüstlüğünüzden asla taviz vermeyin. Yaşamınız boyunca, sözleriniz senediniz olsun. Çünkü, dürüst olduğunuz zaman bedeniniz de ruhunuz da rahat olur..

Mutlu hafta sonları...

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak.














0 yorum:

Hayallerin gerçeklerle buluşması ve mucizeler..

23:10 Unknown 0 Comments


“Var mı bugünden bir karın? Ne kattın, ne aldın yaşadıklarından? İnan ki boşuna değildin, Çünkü boşuna yaratılmadın. Şimdi bir hesaba çek kendini; Kuyu mu derindi bugün? Yoksa İpin mi kısaydı?”

Geçenlerde okuduğum bir kitapda, çok anlamlı bulduğum bu satırlara rastladım. Görenler hatırlayacaktır, instagram hesabımda da paylaşmıştım. Sonrasında ise sizlerden gelen yorumlar arasında “hayaller ve gerçekler” üzerine bir yazı yazmamı önerenler oldu. Ben de, sizler için bu haftaki yazımda bu konunun derinlerine inme kararı aldım..

Sorular sorarız hep kendimize; “Neden bu dünyaya geldim ve nereye gidiyorum?” diye. Bu sorulara verebilecek bir cevabımız varsa eğer, şanslıyız demektir bu hayat yolunda..

Düşündümde, insan zamanının nerede ise dörtte üçünü, gelecekteki kendini “mutlu ve tatmin olabilecek” yarınlar inşa etmek için harcıyor. Kendini iyi hissettirecek şeyler yapmak veya anın tadını çıkartmak yerine, gelecekteki refahı için sorumluluklar yüklüyor kendine. Burada söylemek istediğim, tabi ki anlık mutluluklar yaşayın demek değil. Ama yaşadığınız her anın tadını çıkartarak yaşayın. Geleceğe şartlanmadan. Aslında insan kendini “istiyorum” diyerek şartlıyor. Mesela, bir evlilik istiyor, araba istiyor, iyi bir iş istiyor, ev istiyor, geleceğe yarıtırım yapmak istiyor, çocukları için iyi bir gelecek istiyor, onu istiyor, bunu istiyor, istiyor da istiyor!! Tüm bunlar önemli isteklerdir elbet. Ama bunları elde edene kadar hayatının yarısından fazlasını harcamıştır. Geriye dönüp baktığında ise önemli olan “ne kadar yaşadım” ya da “ne yaşadım” diyebilmektir..

İnsan kendine karşı oldukça nankördür. Beş veya on yıl önce çok isteyerek elde ettiği şeyler bile, gelecekte onu mutlu etmezken; yapmayı istemediği ya da tercih etmediği şeyler bir zaman sonra hayıflandığı şeylere dönüşecektir. Gelecekteki kendin, onun için yaptıklarını takdir edebilir. Fakat, “şimdi” en iyi olacağını düşündüğün her ne ise, gelecekteki kendin için yeterince iyi olmadığını düşüneceğin gerçeğini değiştirmeyecektir..

Tam da bu noktada başlıyor anlatmaya çalıştığım şey; Hayal etmek ve gerçekleştirmek...

Hayatınızda nelerin olmasını isterdiniz? Ya da sorumu “Hayatınızda nelerin şu an olduğu gibi olmasını isterdiniz?” diye değiştireyim. Yapmak istedikleriniz için elinizden geleni yaptığınıza inanıyorsanız, oyunu kazandınız demektir. Ve kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Fakat,  bazı şeyleri yapmamış ya da yapamamış olmanın sıkıntısı içerisindeyseniz, çok çaba sarf etmeden ve de “hayal” etmeden öylesine yaşıyorsunuz demektir..

Hayal etmeden bir yerlere varmak mümkün değildir. Hayal etmek, elde etmenin yarısıdır derler. Farkında mısınız; çalışırken en çok ihtiyacımız olan diz üstü bilgisayarlarımız, elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarımız, sürdüğümüz arabalar ya da beğendiğimiz filmler vs. Aslında bunlarda bir zamanlar birilerinin hayalleriydi. Ve bu gerçeklerle tanışmamız birilerinin sayesinde oldu..

Hayallerinizin sadece “hayal” olarak kalmasını istemiyorsanız, onları kendi içinizde hissetmeli ve yaşatmalısınız. Ve bir gün mutlaka onlar gerçeğe dönüşecektir. Bu yolda önünüze engeller çıkacak, inişler ve çıkışlar olacaktır. Elbet kolay olmayacak ve yorulacaksınız. Ama yılmadan mücadele eder ve gerçekten inanırsanız içinizde yaşattığınız o sonuca ulaşabilirsiniz. Çünkü hayat, istediklerinize ulaşabilmeniz için, elinizden gelenin fazlasını yapmanızı bekler..

Kurduğunuz hayalleri, hissederek yaşar, azmeder ve yılmadan bu yolda devam ederseniz gerçekleşmeyecek hiç bir "hayal" yoktur..

Peki sizin, gerçekleştirmek üzere kurduğunuz hayalleriniz ne? Her ne ise asla peşini bırakmayın. Çünkü, size hayallerinizi gerçeğe dönüştürebilmek için ikinci bir hayat verilmeyecek..

Önemli olan o kuyunun derinliği değildir. Önemli olan elinizdeki ipin, kuyunun dibine kadar nasıl inebileceğidir..

Nasıl ki; gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın anıdır, hayatınızın en karanlık olduğu an da aydınlığa en yakın olduğu zamandır.. Bunu hiç bir zaman unutmayın!!

“Mücizeler hep vardır ve onları hayata geçirecek elmas taşları da bizleriz” demiştim..

Evet! Mücizeler her zaman vardır ve ben buna yürekten inanıyorum. Çünkü, onların hiç beklenmedik bir zamanda gelip kapımı çaldığına bir kez daha şahit oldum : ) ..

Kendinize bir hedef belirleyin, hayal edin, hissedin, isteyin ve sonuçlandırın.. Mucizelere de inanın..

Mutluluk sizlerle olsun...

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak

0 yorum: