50 Yıllık Sadakat ve Sedef Çiçeği..

01:53 Unknown 1 Comments


“Bilgeye sormuşlar;
Dünya da en güzel şey nedir diye?
‘Sevmek’ demiş..
Peki sonra? demişler..
‘Sevilmek’ demiş..
Peki neden sevmek, sevilmekten önce geliyor? demişler..
O da demiş ki; ‘İnsan sevdiğine, sevildiğinden daha çok emindir”
...

Ne de doğru söylemiş bilge; ‘Sevmek’...‘Sevebilmek’!

Peki ya ‘Aşk’ ?

Elbet herkes, aşkı bilir. Aşkın, yarattığı kapanmak bilmez yaralarını da, o yaralara merhem bulmanın ne denli boş çabalar olduğunu da bilir. Fakat, onu tanımlayamaz..

Aşkı, hep bir gemiye benzetmişimdir. Bizi uzaklara götüren bir gemi. Bilmediğiniz bir diyara gitmek için yola çıkarız. Bu gemi ne kadar uzağa giderse gitsin, bu yolculuğun sonunu getiremeyiz. Ulaşmak isteriz ama ulaşamayız. O gemi, bir türlü varmak istediğimiz limana varmaz. İlk başlarda herşey mükemmeldir. Öyle değil mi? Gözler kördür, kalpler ise sihirli. Kimi ‘sen benim herşeyimsin’ der, kimi ‘seni asla bırakmayacam’ der, kimi de ‘sen benim son şansımsın’ der!

Derler ve giderler.. Yalan mı sayın okuyucu?

Giden mi mağdurdur kalan mı? Bilmez kimseler bu sorunun cevabını..

Peki, sen hiç kendine sordunmu; ‘Acaba ben mi yanlış yaptım’ diye? Hani hep giden suçlu olur ya, belki de sen istemişindir gitmesini..

Sonra ne mi olur?

Yazılar yazılır anlamsızca..! Sosyal medyada gönderi bildirimleri açık olan aşığın hesabı engellenir, kimi zaman aşk şarkılarında teselli aranır, kimi zamanlarda ise meyhane masalarında eski sevgiliye ya kadeh kaldırılır ya da küfür edilir. Kimi, onun bıraktığı boşluğa kederlenip sürekli acısını kazıyarak tazeler, kimi ise onu ilahi adalete bırakır..

Bana sorarsanız aşk; tek bir zamanda, tek bir insana karşı hissedilen bir duygudur ve ‘koskaca okyanusta küçük bir sandalla dolanmak kadar aptallıktır’ diyebilirim hiç düşünmedem. Ve küçük bir sandalla okyanusa açılmak, sevdaya zarar verir. Beklemeli ve düşünmelidir insan. Sevdasına zarar gelmesini istemiyorsa çok iyi düşünmelidir. İşte burada, aşk oyunu perdesinin en önemli sahnesi yerini alır;

‘Sabır ve sadakat’..

Aşk, ilk bakıştaki gibi değildir. Öyle kalmaz. Aşk, sabır ve sadakat ister. Sahi sabır ne idi? Sanırım sabrın giderek ne olduğunu ne olmadığını unuttuk..

Yeri gelmişken; Kısa bir süre önce yapmış olduğum bir gezide hiç tanımadığım ve yaşını başını almış, asaletli bir teyzeye rastladım. Güzel bir sohbet geçmişti aramızda. Oldum olası sevmişimdir zaten eski yaşantıların, yaşanmışlıklarını dinlemeyi. Konu aşka ve sevgiye nasıl gelmişti hatırlamıyorum ama teyzenin hala daha eşine olan sevgisi ve sadakati gözlerinden okunuyordu. Beni en çok etkileyen sözleri ise şunlar olmuştu;

“Sevilmek ekmek ise, sevmek ise sudur. Ben ikisini de buldum”

...

Sabır dedim az önce, sadakat dedim! Belki de bütün mesele buydu! Özür dilerim ama şimdilerde kullanım tarihi geçmiş sanki bu ikilinin, sevmeler de kelebeğin ömrü kadar olmuş. Tıpkı ‘Göçmen kuş ile serçenin’ hikayesi gibi.. Evliliklere, arkadaşlıklara bakıyorum da, artık kimin eli kimin cebinde belli değil. Daha bir ilişki bitmeden bir başka aşka koşuyorlar. Önce, iki damla göz yaşı, sonra başka aşklara yelken açıyorlar

...

Yazımı, ‘Sedef Çiçeği’ hikayesi ile bitireyim izninizle;

Mahkeme salonundaki, yaşlı çiftin durumu içler acısıydı..

Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. 

Hakim tok sesiyle yaşlı kadına; ‘Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?’

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı: ‘Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan’

Sonra mahkeme salonunda uzun bir sessizlik hakim oldu. Sessizlik, gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu..

Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu..
Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti;

‘Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim.. O bilmez.. 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım; ‘Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye’.. İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar. O gece takatım kesilmiş uyuya kalmışım. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim..’

Hakim yaşlı adama dönerek; Diyeceğin bir şey var mı baba? dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
Tane tane konuştu;

‘Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli gürünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de.. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerden birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Lafım geçmedi.. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona; ‘Gece çiçek sularsan geçer’ dedim, adak dilettim.. Her gece onu uyandırdım ve sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki..’ dedi adam

O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle; ‘Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de, yaşlılık işte, ben de uyanamadım, uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı ama Fadimemin boynu yine azabilirdi. Suçlandım ama sesimi çıkartamadım..’

O anda, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu

...

Sevgide cömert, ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım..


Sevgiyle kalın..

Atiye BIÇAK.





1 yorum: