Yaşamak değerlidir.. İnsanlık değerlidir..

23:38 Unknown 0 Comments


“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” diyen Albert Camus’un bu anlamlı sözü ile başlamak istiyorum bu haftaki blog yazıma..

Geçtiğimiz hafta yaşamanın ne kadar değerli olduğundan bahsetmiştim, sonrasında olacaklardan habersiz bir şekilde.. Önce Ankara, ardından İstanbul ve Brüksel’de meydana gelen patlamalar..

Televizyon kanallarında, radyo haberlerinde, facebook, instagram ve twitter sayfalarında ardı arkası kesilmeyen patlama haberleri, “yeter artık”, “insanlık ölüyor”, “terörü lanetliyoruz” yazıları ve yerlerde yatan cansız bedenler! En çok da içimi sızlatan, İstiklal Caddesi’ndeki “boş bebek arabası” olmuştu...

“İnsan hayatı bu kadar mı değersiz?” sorusu takılıyor ister istemez aklıma ve kalemim başka bir konuyu yazmak istemiyor haklı olarak...
Yaşam nedir? Ben yaşamı sorgulamaktan bıktım aslında. Ama yine de yazmalıyım işte..Yazmalıyız...

Aslında yaşam, insanların ellerinden kollarından çekip çekiştirilerek atıldığı bir savaş alanı değil midir? İçinde bulunduğun duruma ve herşeye rağmen yaşamaya çalışıyorsun “yaşamak” dediğin bu savaş alanında. Öyle bir sistem ki, insanlıktan, eşitlikten ve adaletten yoksun bir sistem! Bu sistemi ayakta tutabilmek için, kullanılabilecek bireyler yetiştirmek gibi bir görev ruhu vardır sistem kurbanlarının. Bu bireyler, kendileri yaşam kurbanıdır ama bunun bilincinde değildirler. Üzerlerinde bir “deli gömleği” vardır ve o deli gömleğini yeni nesillere giydirmektir bütün çabaları ne yazık ki!

Yaşamak değerlidir.. İnsanlık değerlidir...

Her insan değerlidir.. İnsan hayatı değerlidir ve herşeyden önce insan, ne durumda ve hangi koşullar altında olursa olsun, sadece “insan” olmasından dolayı değerlidir. İnsanın, zengin veya fakir olması, dili, dini ve ten rengi değerini belirlemez..

Değer kavramı; Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan ölçü, bir şeye verilen kıymettir. “İnsan değerlidir” derken, insanın diğer canlılar arasında özel bir yerinin olmasıdır..

Ve geçtiğimiz hafta “18 Mart 1915” Çanakkale şehitlerini anma günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. Yıldönümü idi..

Çanakkale Savaşlar’ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges’in, yurduna döndükten sonra anlattığı ve “İnsanlık” dersi veren bir savaş hatırasında şöyle diyordu:

“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam! Savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

‘Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?’ Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

‘Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün’..

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler...”

Bu yaşanmış hikayeden çıkartılacak ders ise şudur;

“İnsanlık” savaşta bile kaybedilmeyen bir değerdir..

Mesele insan olmaktır elbet ama esas temel kalben insan olabilmektir..

Kalben insan olun, insanlara değer verin...

Vicdan hayatınızdan hiç bir zaman eksik olmasın. Çünkü, vicdanı olan kalp, insan olan bedendir. Ötesi boş bir kütledir..

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak


0 yorum:

Kendi hayatının ustası olabilmek...

10:30 Unknown 1 Comments


Hayat nedir sizce? Ya da yaşamak? Biraz hüzün, biraz acı ile yoğrulup önümüze konulan ve adına “yaşam” deyip, yaşamak zorunda olduğumuz birşey mi?

Peki mutluluk kavramı var mıdır sizce? Varsa da uzun sürer mi? Hayat fettan bir hatun gibidir. Aklın sana yettiği günden sonra, mutluluk avuçlarından kayıp gidecektir..

İki gün önce “Hayat ve yaşamak” üzerine yazmış olduğum yazım, aslında bu haftaki konuma yaptığım bir ön hazırlıktı. O zaman şimdi bu konunun biraz daha derinlerine inmek istiyorum izninizle...

“Hayat, gerçekten çok kısa. Yarın ya da az sonra bizi neyin beklediğini bilemeyiz. Su gibi akıp giden zamana ise diyecek lafım yok!! Anılar, daha dün gibi aklımızda olsa bile, üzerinden uzun bir zaman geçtiğini fark eder, hayıflanırız” demiştim..

“Zaman geçip gidiyor” deriz hep. Düşündüm de, geçen zaman değildir. Bizleriz!! Önemli olan hızla akıp giden bu zamanı yani hayatımızı nasıl yaşadığımızdır. İşte bu noktada ise “sabır” bizlere kapıyı aralıyor..

İnsanoğlunun en büyük zenginliklerinden biri; “sabırla” hayatına devam edebilme, yol alabilme yeteneğidir. Sabırla devam edilen hayat yolunda, akılcı ve soğuk kanlı adımlar varsa bu yolun sonu keyif, mutluluk ve kazanılan başarıya dönüşecektir.

“Álá Portreler” isimli “zaman, sabır, sadakat” başlıklı projeden Yetkin Dikinci’nin söylediklerini aktarmam sanırım tam da yerinde olacaktır..

“Sabıra ihtiyaç var anlamak için, zamana ihtiyaç var yaşamak için..
Yaşayıp gidiyoruz bir tane hayatta, 
Kendim söylemiyorum bunu bir edebiyatçı arkadaşımdan ödünç alıyorum: 
“Bir hırkadır giydiğimiz, başkalarının çıkardığı”
Bizden önce hayatlar vardı bizden sonrada hayatlar olacak
Biz arada bir yerde bir hayat yaşıyoruz.
Sabıra ihtiyaç var anlamak için, zamana ihtiyaç var..
Ama en çokta şunu bilmeye ihtiyaç var;
Bir semt adı değildir usta varamazsınız,
Belki ulaşılacak bir mertebedir, ulaşamazsınız..
Onu anladığınızda belki ustalaşmaya başlarsınız.
İşini en iyi yapan insan demek usta,
Ama ayni zamanda çırağı olmayana usta denir mi? Ustası olmayana çırak denir mi?
Hayatın ta kendisi gibi, gece ve gündüz gibi
Biri varsa diğeri de var, biri yoksa diğerinin adı bile yok.
Usta deyince an çok çırağı hissediyorum, çırak deyince de bir usta arıyorum.
Zamana bakıyorum, kolumdaki saatle, duvardakiyle, masadakiyle
Ya da dönen mevsimlerle, geçen haftalarla, aylarla, yıllarla, doğum günleriyle
Diyorlar ki; Büyüyorsun, yaşlanıyorsun
Yaşlanmak demek aslında, yaş almak biraz daha içini doldurmaktır, biraz daha emmek demek
Usta, işini en iyi yapan insan demek,
O zaman sen de her ne yapıyorsan, 
Yaşıyorsan iyi yaşa, yemek yiyorsan eğer çok güzel yemeye çalış..
Hayat geçiyor ve bize ait bir tane var
Kendi hayatımızın ustası olmak amacımız,
En büyük ihtiyacımız, sadakat..”

(Dilerseniz, “Ala Portreler”in videolarını www.alaportreler.com/videolar adresinden izleyebilirsiniz)

Kendi hayatının ustası olabilmek için, yaşlanmana ya da Afeti Devran olmana gerek yoktur. Kendine olan ustalığın, sadece zamanla ve sabırla olmaz. Kendi hayatına bağlı kalman lazım, kendini sevmen lazım. Bu hayattan giderken, “en iyi böyle yaşayabilirdim” demek lazım. “Ben artık tecrübeliyim, bir daha yapmam” demek değil de, “bir daha ki sefere ne yapacağımı biliyorum” demektir kendi hayatının ustası olmak..

 “Yaşıyorsan iyi yaşa, yemek yiyorsan eğer çok güzel yemeye çalış..”

Bu cümleden anladığım ise şudur;

Belki kalamarın tavası daha güzeldir ama bazen de, ızgarasını yemeği deneyeceksin. Bu hayatta sonunda bir şey olmama ihtimali olsa bile çabalayacaksın. Bir şey olmama ihtimali yüzünden kalamar yemekten vazgeçmeyin..!

Kendi hayatınızın ustası olmanız dileğiyle..

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak



1 yorum:

Hayat ve Yaşamak..

09:51 Unknown 0 Comments



Geçirmiş olduğum güzel bir hafta sonunun ardından, yaşamanın ne kadar değerli birşey olduğunu bir kez daha anladım.. İki günün ardından geriye kalan ise sadece bir kaç güzel resim. O yüzden bu resimler ile birlikte “hayat ve yaşamak” üzerine sizlerle kısa bir yazı paylaşmak istedim..

Yaşamak;
Bir heyecandır!! Kimi zaman bekleyiştir, kimi zaman umuttur, kimi zaman da hüzündür.. Her yeni güne aşk ile başlamak, hayatın anlamı ve yaşama sebebidir..

Hayat, gerçekten çok kısa. Yarın ya da az sonra bizi neyin beklediğini bilemeyiz. Su gibi akıp giden zamana ise diyecek lafım yok!! Anılar, daha dün gibi aklımızda olsa bile, üzerinden uzun bir zaman geçtiğini fark eder, hayıflanırız...

“Hayat” bizlere sunulmuş güzel bir hediyedir. Hepimiz bu dünyada hayat bulduk ve yaşıyoruz. Ama bir zaman sonra bu hayata veda edeceğiz. Elbette, herkes uzun yaşamak ister. Fakat, ömür adına bize sunulan bu şansı, güzel ve başarılı işlerle geçirirsek bu dünyadan mutlu ve huzurlu ayrılırız..

Önemli olan hayatımızı nasıl yaşadığımızdır. Hayatımızı güzel ve mutlu hale getirmek ise tamamen bizim elimizdedir. Biz, hayatımızı dilediğimiz şekilde yaşar, sevdiğimiz şeyleri ve başarıya ulaşacağımız işleri yaparsak, hayatımız da güzel ve mutlu bir yaşama dönüşecektir...

Dünyada yaşamayı kendimize verilmiş bir armağan olarak görüp, her zaman bardağın dolu tarafından bakmalıyız..

Herkesin bildiği bir kanı vardır;
Önemli olan uzun yaşamak değildir, önemli olan güzel yaşamaktır...

Heyecanınız ve bekleyişiniz huzurlu olsun. Ve de hayatınızı, hakkını vererek yaşayın...

Mutlu kalın..

Sevgilerimle,

Atiye Bıçak














0 yorum:

Korkularınızla savaşmazsanız, nefes almayı bıraktınız demektir..

10:00 Unknown 0 Comments


Ne zaman kararsız kalsam “mantıklı olanı mı” yoksa “duygularımın peşinden mi gitsem” diye?? Ve bir seçim yapmam gerekiyorsa eğer, derinlerden bir ses atak yapar bana.. Tam da o nokta da korkularımla yüzleşme zamanının gelip kapımı çaldığını düşünürüm...

Korkulara yenilip mantıklı olanı seçmek, insanı sadece A noktasından B noktasına götürür. Siz, hangisini seçerdiniz? Tek bir noktaya kadar gidip, sonunda pişman olmayı mı? Yoksa, alfabenin sonuna kadar devam etmeyi mi seçerdiniz?

Nasıl ki, her bir nota farklı bir tınıya sahiptir ve her birinin çıkardığı ses farklı hisler, duygular uyandırıyorsa, renkler de öyledir.. Beyaz, kırmızı, mavi, sarı, yeşil... Her bir renk farklı hisler uyandırır insanda. Bir de çok asil duruşu ile, “korkunun” rengi olan “siyah” vardır. Elbisesini giyer, çıkar dışarıya. Onun için, yaz kış farketmez. Biz savaşı yenene kadar, sinsice bekler doğru zamanı aklımızın en kuytu köşesinde. Savaşmayı bırakıp, kabuğumuza çekilirsek bir kabus gibi çöker hayatımıza. Ancak, başımızı kaldırırsak görebiliriz kara bulutların ardındaki umut yıldızlarını...

Severek okumuş olduğum bir kitap da şu cümleye rastladım. Şöyle yazıyordu;

“Korkularımızdan ördüğümüz duvarlar yüzünden dışarısını göremez olduk. Zannediyoruz ki, ne kadar saklanırsak o kadar zarar görmeyiz. En büyük zararı kötülere rağmen iyi olduğumuzu zannedip evden çıkmayarak insanlığa yapıyoruz. İyiyseniz ses verin, kaleminizi kullanın, çalışın, üretin, yeri gelirse bağırın. İnsanlık adına çığlıklar atın. Gün gelir, sessizliğin hesabı da sorulur”..

“Keşke öyle yapmasaydım”, “en güzel yıllarım böyle geçmeseydi”, “gördün mü yine olmadı işte” diye “keşkeler” üzerine daha önce bir blog yazımda deyinmiştim.. Bir şeyleri yaşadıktan sonra, hep bu sesleri duyar insan omuzlarının üzerinden kulağına doğru fısıldayan. Öyle zamanlarda da vazgeçer yapmak istediklerinden. Korkularına yenik düşer ve yaşarken gördüğü gerçek olmayan rüyalara bırakır kendisini. Gerçek olan ise, uyanıkken uykuda olmasıdır!

İnsanın korkularının olması normaldir elbet. Ancak amaç, zaten bunun daha fazla olduğuna inandırmaktır kişiyi. Buna da inandıran, yine insanın kendi egosudur...

Hayat, hep oyun oynar zaten sana kendi egon tarafından. Oysa ki, ardı kesilmeyen hayallerin vardır. Gerçekleştirmek için hayallerinin peşinden gitmek istersin. Ama “korku” öyle bir şeydir ki, en güçlü hissettiğin an da, en zayıf damarından yakalar ve ne kadar korktuğunu hatırlatır sana. İşte orada, vazgeçersin ve bırakırsın savaşı...

Belki, senin korkuların bir çok nedenlerde saklıdır. Belki de sırf başkaları rahatsız olmasın diye, kendini rahatsız etmeye başlamışsındır. Ne kadar rahat edemezsen, başkalarının o kadar rahat olacağını düşünürsün. Ve sonucunda kendi rahatını unutursun! En önemlisi de, seni var eden değerlerin olduğunu ve onları kaybedersen yaratılma amacına ters hareket etmeye başlayacağını unutursun. Aslında, kalıp mücadele etmen ve savaşı kazanman gerekiyordu. Ama sen, daha kolay olan “vazgeçmeyi” seçtin. Yani, kendinden vazgeçmeyi seçtin..

Vazgeçmeyin!! Korkularınızla savaşın. Çünkü, “korku” küçük bir kar tanesi gibidir. Onu bastırmaya çalıştıkça sizinle yoluna devam eder, yuvarlanarak büyür ve birikir içinizde.. Sonra da her geçen gün kabarır kendinize olan borçlarınız. Ödemek için hangi zamanı bekliyorsunuz ya da neden erteliyorsunuz?

Bir de şu açıdan bakalım dilerseniz konumuza;
İnsan, nefes almayı ertelerse ya da bırakırsa, bedeni son bulur. Korkuları ile yüzleşmek yerine onlarla yaşamaya başladığı zaman, yavaş ve ağır adımlarla yine sona yaklaşacaktır. Yani korkularınızla savaşmazsanız, nefes almayı bıraktınız demektir...!

Korkularınızla savaşın...

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak





0 yorum:

Tesadüf mü? Kader mi?

01:37 Unknown 1 Comments


Beklenmedik olaylara insanoğlunun taktığı bir isimdir “Tesadüf !”..

Tesadüfler, bir kez mi çıkar insanın karşısına? Yoksa yüzlerce hatta binlerce kez mi çıkar? Bana sorarsanız, insanın hayatında birden fazla tesadüf vardır. Hatta kişi tesadüflere inanıyorsa, beklenmedik tesadüflerin kendi kaderi için gerçekleştiğine inanıyor demektir.

İnsanın karşısına, hiç beklemediği bir anda üzücü veya mutlu edici olaylar çıkar. Tabi insan ilk başta ister istemez, üzülür ya da şaşırır bu duruma. Çünkü, böyle bir durumu beklememiştir. Ama güzel şeyler olmasını istemiştir...

İnsan hayatındaki hiç bir karşılaşma veya olay tesadüf değildir. Hiç bir bakış, düşünüş, hissediş, algılayış ve seziş tesadüf değildir. Ve bunların tam tersi de tesadüf değildir. Hayatlarımız da tesadüf gibi görürnen karşılaşmalar vardır. Mesela; kahve içtiğimiz cafede, alışveriş yaptığımız markette karşılaştığımız yüzler, yürüdüğümüz kaldırımda çarpışıp geçip gittiğimiz yabancı, yol tarifi sorduğumuz herhangi biri, bize gülümseyen küçük bir çocuk, yolculukta yanımıza oturan kişi ya da önümüzden aniden uçuveren bir kuş...

Bazen, gün içinde yaşadığımız en basit olay bile, herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal ya da duygusal bir olayın tetikleyicisi olur. Bazen de, hiç hesapta olmayan ve hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir satıcı bağırışı, bir martı çığlığı ya da dinlediğimiz müzik, alır götürür bizi yıllarca uzaklara..

Yazıma, bir çocuğun yaşamış olduğu gerçek bir hikaye ile devam etmek istiyorum...

“Sekiz, on yaşlarında bir çocuk vardı. Okuldan eve geldiğinde, hemen ödevlerini bitirir sonra da arkadaşlarıyla oynamak için, oyun parkına giderdi. Akşam olup evine geri döndüğünde babasının yolunu gözlerdi. Yine böyle günlerden birinin akşamında, babası o na üzerinde bir “ev resmi” olan paket getirdi ve paketin içerisinden, bir sürü kurulması gereken parçalar çıktı. Çocuk; “bu nedir baba?” diye sorduğunda, “şimdi seninle ev yapacağız” demişti babası. Birlikte tüm parçaları birleştirerek, küçük bir “ev maketini” tamamladılar. Çocuk, babasıyla birlikte kurdukları “ev maketini” çalışma masasının üzerine koydu. O günden sonra, dışarıda görmüş olduğu kendi oyuncak maketine benzeyen evler dikkatini çekmeye başladı. Bir süre sonra, bir akşam babasına “ben büyüdüğüm zaman, gerçek evler yapacağım” demişti. Babası da o na; “O zaman, mimar olacaksın ve çizip yaptıracaksın” cevabını vermişti...
Yıllar sonra çocuk, bir mimar olarak mezun oldu.. Babasının tesadüfen almış olduğu oyuncak “ev maketi”, evladının kaderi olmuştu...”

İşte o çocuk, bendim..

Sizlerin de buna benzer bir hikayesi vardır elbet!! Tesadüfen yaşamış olduğunuz herhangi bir olay, kaderiniz olmuştur belki de...

Tesadüfler değerlendirilmek içindir. Tesadüf sandığımız olayların arkasında mutlaka mutluluk vardır. İlk esnada fark edilmese dahi! Tesadüflere inanıyorsanız, kazanan siz olursunuz...

Son bir söz, “Kaderde tesadüflere yer vardır ve kaderimiz hayatımızdaki tesadüflerden bellidir”...

Mutlu hafta sonları...

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak




1 yorum:

Haftanın son iş gününden herkese merhaba..

06:18 Unknown 0 Comments


Haftanın son iş gününden herkese merhaba :) 
Tesadüflere inanır mısınız? Ben inanıyorum..

Bu sabah evden çıkarken, hava biraz kapalıydı, sonrasında ise yağmurlu. Ama birden bire güneş açmıştı.. Ben de işlerimi erken bitirmenin verdiği keyif ile kendimi doğaya bıraktım ve bir kaç güzel foto çektim.. Hayatımın öyle yoğun bir dönemine girdim ki, fırsat buldukça kendime iyi gelen şeylerle uğraşmak beni motive ediyor. Mesela; foto çekmek gibi :)  Böylece, enerjim yerine geliyor ve daha çok üretiyorum..

Hayatımda “İyi ki” blogda yazmaya başlamışım dememi sağladığınız için sizlere teşekkürler... 
İyi ki varsınız.. Mutluluk her zaman bizlerle olsun...








0 yorum: