VLOG / Milano / Verona / Venedik / Floransa tatilim

07:55 Unknown 1 Comments

1 yorum:

Tatil Çantamda Neler Var?

15:54 Unknown 0 Comments

0 yorum:

Gerçekleşemeyen Alevkayası Maceram..

01:57 Unknown 0 Comments


0 yorum:

Karmi Köyü'nü Keşfedelim mi?

07:57 Unknown 0 Comments

0 yorum:

Kuzey Kıbrıs’ın saklı cenneti Karmi / Karaman

05:04 Unknown 0 Comments


Sanırım Kıbrıs bir cennet diye boşuna söylemiyorum..

Ve Karmi de bu cennetin en güzel yerlerinden biri..




Hadi hep birlikte Karmi’yi keşfedelim..




Karmi Köyü, 1878-1960 yılları arasında İngilizler tarafından kurulmuştur..

Eski bir Lüzinyan köyü olan Karmi, Karaman adı ile de biliniyor ve burada yaşayanların çoğu İngiliz olsa da, bu köyde Almanlar, İtalyanlar, Hollandalılar ve Fransızlar da yaşamakta..

Karmi köyü, attığınız her adımda huzuru hissedebileceğiniz ve doğanın tüm kokularını içinizde duyabileceğiniz, Girne dağlarının arasında gizlenmiş, muhteşem bir manzaraya sahip olan İngiliz köyüdür..


Karmi Köyünden Girne manzarası


Daracık sokakları, yamaçlar üzerinde konumlandırılmış otantik evleri, sakin ve huzurlu sokakları ve bu sokaklardan karşınıza çıkan sürpriz güzelliklerle dolu gizli bahçeleri ile, kendinizi sihirli bir kapıdan içeriye girmiş gibi hissedebilirsiniz..


Benim en sevdiğim ve adına ‘basamaklı sokak’ dediğim lavanta kokulu sokağı..


İnişli çıkışlı, kıvrım kıvrım sokaklar var bu köyde. Dar ama bir o kadar da sevimliler..


Köyün daracık ve yeşilliklerle dolu sokaklarının etrafındaki villaların hepsinin isimleri var. Bu isimler, yapıldığı yıllarla birlikte sanat eseri olan tabelalara yazılarak evlerin girişlerine yazılmıştır..




Tabela detayı..


Köyün tam orta yerinde eski bir kilise de var. Ziyaret etmenizi tavsiye ederim, içerisinde yapıldığı yıllara ait antikalar halen mevcut...


Köyün merkezinde bulunan Virgin Mary (Bakire Meryem) Kilisesi




Bu sokakta ise, Karmi de dolaşırken nefeslenmek isterseniz isimleri Cafe Bar Spot, Levant Restorant ve Cafe Corner olan 3 mekan bulunmaktadır..





Eğer Kuzey Kıbrıs’a gelirseniz, Karmi'ye mutlaka uğrayın, size pozitif enerji verecektir :)



Sevgiyle kalın...

0 yorum:

Mimarisine hayran kaldığım şehir; Barcelona..

05:51 Unknown 0 Comments


Barcelona  mimarisinin ünlü kahramanı; Antoni Gaudi..

Bana, ‘Barcelona seyahati nasıl geçti’ diye soranlara; ‘Mimarisine hayran kaldığım şehir’ demiştim. Çünkü, her karenin başrolünde Gaudi vardı. Benim Barcelona serüvenim de bol Gaudi’liydi.

“ Bugün bir deliyi mi yoksa bir dahiyi mi mezun ediyoruz, bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek”

Gaudi, mezun olduğu zaman ‘School of Architecture, Barcelona’  üniversitenin rektörü ‘Elias Rogent (1821-1897)’, diplomasını vermeden önce ona bu sözleri söylemişti. Yaşamış olduğu yüzyılda ‘geri kafalı’ olduğu, hatta tasarlamış olduğu projeleri için ‘modern ucubeler’ denilmişti. Fakat ölümünden sonra, ‘Tanrı’nın Mimarı’ olarak adlandırılmıştı. Günümüzde ise, onun eserleri her yıl milyonlarca ziyaretçi ağırlamaktadır.


Hadi hep birlikte Antoni Gaudi’yi ve onun sıra dışı eserlerini tanıyalım..

Barcelonaya, yani Gaudi’nin Hayatına ve onun ‘Harikalar Diyarı’na yolculuk;

Antoni Gaudi’nin Hayatı
Antoni Gaudi (tam adıyla Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet) 25 Haziran 1852 de Katalonya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakırcı ustasının oğlu olduğu için, çocukluğunda demirci çırağı olarak çalışmıştır. Daha çok evinin yakınlarında kaldığı için, doğada vakit geçiriyordu. Bu dönemlerde doğayı incelemesi sayesinde en önemli iki yeteneğini de kazanmış olacaktı: ‘Doğanın gözlemi ve analizi’.

Antoni Gaudi.


Eğitim hayatına, 1869 yılında Barcelona da, ‘School of Architecture, Barcelona’ üniversitesinde  ‘mimarlık’ okumayı tercih ederek devam etmişti. Askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerden dolayı mimarlık eğitimi sekiz yıl sürmüştü. 1878’de eğitimini tamamladığı Barcelona kenti, Antoni için tüm sanatsal etkinliklerinin merkezi haline gelmiş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştu.
Gaudi, 7 Temmuz 1926 yılında 74 yaşında bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiş ve La Sagrada Familia’ya gömülmüştür.
Antoni Gaudi’nin Sanatı


Antoni, İspanya’da ‘Yeni Sanat’ (Art Nouveau) akımının öncüsü ve Barcelona’nın en ünlü mimari eserlerinin tasarımcısı. Yani, Katalan modernizminin sahibi.
Yaşamış olduğu dönemde tasarlamış olduğu eserleri ile anlaşılmamış olmasına rağmen, çağının çok ötesinde işler yapan usta bir sanatçı.
Gaudi, o dönemde tanıştığı mimar ve sanatçıların fikirlerinden fazlasıyla etkilenmişti. Özellikle, ‘Süsleme, mimarinin kaynağıdır’ diyen İngiliz düşünür John Ruskin ile Fransız mimar Eugene Viollet-le-Duc’ın görüşlerinden etkilendiği söylenmektedir. Bu da mimarlık hayatının gelişmesine neden olan önemli etkenlerden biriydi. Gaudi, zamanla 19.YY’a ait olan baskın sanatsal tarzların ötesine geçerek, özgün ve özgür tasarımları ile Katalan burjuvası içinde aranılan bir sanatçı olmuştur.
Gaudi’nin ilk önemli eseri, 1883-1888 tarihleri arasında, Vicens ailesi için tasarlamış olduğu Barcelona’daki ‘Casa Vicens’ isimli yazlık evdir. Daha sonra İspanya’lı Eusebi Güell ile bir tesadüf sonucu tanışması, Gaudi’nin yeni eserlerini ortaya çıkarmasına imkan sağlayarak, Barcelona’da ün ve prestij sahibi olmasına en büyük etkenlerden biri olmuştur.
Antoni Gaudi’nin Eserleri

Gaudi’nin tasarlamış olduğu tüm eserlerinde, çizgi dışı bir tarz var. Kesinlikle düz çizgi kullanmıyordu.

Eserleri; Egzotik, fantastik ve Büyüleyici olduğu için, kendinizi ‘Alice Harikalar Diyarı’ndaymış gibi hissedebilirsiniz.

Gaudi, tüm yapılarında doğadan esinlenmiştir. Barcelona’daki büyüleyici ve masalsı yapıların hepsinde onun sihirli dokunuşları var. Bence Gaudi, Barcelona’nın başına gelmiş en güzel şey. Bu yüzdendir ki, Gaudi deyince Barcelona, Barcelona deyince Gaudi gelir akıllara.. Gaudi, sadece evleri, müzeleri, kiliseleri tasarlamakla kalmayıp, caddelerin kaldırım taşlarından , sokak lambalarına kadar bu şehri kendine özgü sanat anlayışı ile nakış işlercesine işledi.
Antoni Gaudi’nin tamamı Barcelona’da olan sekiz eseri UNESCO Dünya Mimari Listesi’nde yer almaktadır. Bunlar; La Sagrada Familia’nın “İsa’nın Doğuşu” cephesi ile yeraltı türbesi, Park Güell, Palau Güell, Casa Milà, Casa Vicesn, Casa Battlo ve Colonia Güell Türbesi.

LA SAGRADA FAMILIA


La Sagrada Familia

Gaudi’nin ‘Bitmeyen Kilisesi’ olarak adlandırılan La Sagrada Familia (Kutsal Aile Bazilikası)..

La Sagrada Familia Kilisesi’nin yapımına 1882 yılında başlamış olan Gaudi, yaşamının son dönemine kadar bu katedrali yaratmaya ayırmıştı. Gotik tarzdaki Kilisesini tasarlarken, başka bir iş almayarak, tüm zamanını ve enerjisini bu eserine vermişti. Hatta mimari stüdyosunu bile inşaata taşıyarak bir 20.Y.Y. katedrali yaratmayı arzulamıştı.

“Gaudi’nin dehasını yansıtan yapı 18 kuleden oluşuyor. Kuleler, 12 havariyi, 4 incil yazarını, Hz. İsa’yı ve Hz. Meryem’i temsil ediyor. Gaudi ise, sadece Hz. İsa’yı sembolize eden kuleyi tamamlayabilmişti. Salvador Dali’nin ‘çok yaratıcı bir başağrısı’ olarak tanımladığı La Sagrada Familia, Hristiyan inançlarının görsel bir temsilini oluşturuyor. Yapının her bir ayrıntısı dini sembolizm açısından bir niteliği ifade etmektedir”.


La Sagrada Familia’nın müzesinde bulunan maketi ve kuleleri.

Yapımını üstlendiği bazilikayı 1926 yılına kadar ilmek ilmek işlemişti. Kendisi de üzerinde kirli ve eski kıyafetlerle inşaatta bir işçi olarak dolaşıyordu. Kilise’nin inşaatı devam ederken bir ara dışarıya çıkıp, eserine uzaktan bakmak için yolun karşısındaki banka oturmuştu. Bu onun eserine son bakışı olmuştu. Tekrar yolu geçmeye çalışırken, bir tranvayın çarpması sonucu yere yığılmıştı. Hastaneye kaldırıldıktan bir kaç gün sonra hayatını kaybederek, yapımı hala devam etmekte olan çok sevdiği eseri ‘bitmeyen kilise’si, La Sagrada Familia’nın tam ortasına gömüldü.

Kilisenin Gaudi’nin ölümünün 100. yılına denk gelen 1926 yılında tamamlanması bekleniyor. 


ESERİNE SON BAKIŞ


PARK GÜELL


Alice Harikalar Diyarı ve ben :)

Kendinizi ‘Alice Harikalar Diyarı’ ında hissedeceğiniz fantastik eseri olan ‘Park Güell’, Gaudi’nin zengin hayal gücünü ve dehasını yansıtmaktadır. Sanayici Eusebi Güell tarafından yaptırılmış olan bu eserin projesi, başta konut olarak inşa edilmiş olup, daha sonra İngiliz tarzı bir parka dönüştürülmüştür.

Park alanı içerisinde yer alan merdivenler ve süslü şatolar Gaudi tarafından yapılmıştır. Görünümüyle harikalar diyarını yansıtan park, Barcelona aristokrasisinin soyluğunu yansıtmaktadır. Park Guell, büyüleyici binaları, farklı mozaik döşemeleri ve taş yapıları ile kendinizi adeta bambaşka bir dünyada hissetmenize neden olmaktadır.


Gerçekten de Alice Harikalar Diyarı.

Muhteşem taş sütunları düzensiz olup, garip bir şekilde doğallık hissi vermektedir. Parkın içerisinde yer alan Ejderha Çeşmesi ise Guell’in en ilgi çekici noktalarından birisidir. Ayrıca, park alanı içerisinde Gaudi’nin bir müzesi de yer almaktadır.


Taş sütunların düzensizliği ve doğallığı.



Taş sütunların doğallığına hayran kalmamak mümkün değil.


Ejderha Çeşmesi’nin etrafını saran gösterişli merdivenlerden aşağıya inildiğinde, seramik detaylarla süslenmiş olan iki tane şato görünümlü ev bulunmaktadır. Park üzerinde yer alan terasta mozaik döşemeli koltuklarda oturarak harika bir Barcelona manzarası seyredilmektedir.


Ejderha çeşmesinin etrafını saran muhteşem görünümlü merdivenler.


Park üzerindeki terastan Barcelona manzarası.

Hem Alice Harikalar Diyarı hem de Hansel ile Gratel’in dünyasını andıran park, 1984 yılında UNESCO Dünya Mimari Listesi’ne eklenmiştir.

CASA MILA


Casa Mila.

Casa Mila, Gaudi’nin La Sagrada Familia’dan sonra Barcelonada’ki en çok ilgi gören eseri olup, 1906 ve 1910 yılları arasında inşa edilmiş bir apartmandır.

Yapımı sırasında farklı tasarımı nedeniyle yerleşmiş formlara uymadığı için ‘taş ocağı’ ismiyle anılmaktadır. Binanın renksiz olmasının sebebi ise doğal taşlardan yapılmış olmasıdır. 

Casa Mila’nın cephelerine baktığımız zaman, sanki yamaca vuran deniz dalgaları görüntüsünü farketmemek mümkün değildir. Bu binada en ilginç olan noktalardan biri ise turistlerin ziyaretine açık olan çatı katıdır. Bu terasta, spiral heykeller ve savaş başlıkları takmış bilimkurgu askerlerini andıran yapılar yer alnmaktadır.

CASA BATLLO


Casa Batllo.

Casa Batllo binasında Gaudi’nin yine doğadan esinlendiğini görebiliyoruz..

Batllo binasının yerinde bulunan binayı satın alan Batllo ailesi, binanın yeniden tasarlanması için Gaudi ile anlaşırlar. 1906 yılında binanın yapımı tamamlandığında, tıpkı peri masallarındaki evleri andıran bir yapı ortaya çıkmıştır.

Batllo ailesi ne kadar şanslıymış.. Böyle bir yerde yaşamak heyecan verici olmalı..

Katalan Mimarı olan Gaudi, eserlerinde düz çizgiler kullanmayan bir dahi idi. Ve bu tarzını da Casa Batllo binasında da fazlasıyla konuşturmuştu. Görünümü nedeniyle ‘kemik ev’ olarak da bilinen binanın dış cephesi cumba balkonları ile muhteşem bir şekilde mozaiklerle süslenmiş. Binanın içerisinden bahsedecek olursam, dalgalı merdivenleri, oval ve şekilsiz pencereleri, ahşaptan yapılan kapıları ve şöminesi ile tam bir masal evi olan bu bina turistler tarafından büyük ilgi görmektedir.


Bir sonraki yazımda görüşmek dileği ile,

Sevgiyle kalın,
Atiye Bıçak


Kaynakça:

0 yorum:

Abant Gölü; Tam bir doğa mucizesi..

08:00 Unknown 0 Comments


Bana 'Abant Gölü' nasıl bir yer diye sorsanız; Tek bir cümle ile ‘Tam bir doğa mucizesi’ derim..

Abant Gölü, görmeyi çok istediğim yerlerdendi. Abant’ı ilk kez, kısa bir süre önce Ankara’dan bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine duydum. ‘Bir sonraki gelişimde mutlaka burayı görmeliyim’ demiştim. İnternetten resimlerine bakıp, hakkında detaylı bilgilere ve muhteşem doğa görüntülerine şahit olduktan sonra, burayı görme isteğim daha da artmıştı..

Hadi hep birlikte Abant Gölü’nü tanıyalım..

Abant Gölü

Doğanın bir mücizesi olan bu göl, yeraltında meydana gelen tektonik çöküntüler sonucunda, büyük taş blokların vadiyi doldurması ile oluşmuş. Bolu ilinin yaklaşık olarak 33-35 km. güneybatı kısmında yer alan Abant Gölü, Abant ve Keremali dağlarının üzerinde bulunmaktadır. Abant Gölü, çok fazla büyük bir göl olmamasına rağmen, ülkenin en güzel göllerindendir. İstanbul ile Ankara arasında yer alan Abant, özellikle bu illerden yılın her mevsimi pek çok turist akınına uğramaktadır..



Abant Gölü’nün Özellikleri

Bu güzel gölümüz, Abant dağları üzerinde arazi kaymaları ile oluşmuş olup, deniz seviyesinden yaklaşık olarak 1328 metre yüksekliktedir. Gölün çevresinde, yüksekliği 1400-1700 metre aralığında değişen tepeler yer almaktadır. Derinliği, yer yer değişmekte ve en derin yerinin derinliği 17-18 metre civarındadır. Gölün etrafı ise yaklaşık olarak 7 km’dir.



Abant Gölü’nün Tarih

Abant’ın tarihi Bolu ilinin gelişimi ile birlikte başlamıştır. Bu bölgede herhangi bir tarihi kalıntıya rastlanmasa da, gölün bulunduğu alanda yapılan araştırmalara göre bölgedeki ilk halk Hititlerdi. Daha sonra ise, tarih içerisinde hemen hemen tüm uygarlıkların yaşam alanına girmiş olan Abant Gölü ve çevresine Lidyalılardan Perslere kadar pek çok uygarlık hakim olmuştu. Son olarak ise, Osmanlı İmparatorluğu bölgede hüküm sürmüştü. Hakkında türlü efsanelerin ve söylentinin olduğu Abant Gölü ve çevresindeki ormanlık arazi 1988 yılında Milli Parklar kapsamına alınarak, şimdiki adı olan; “Abant Gölü Tabiat Parkı” olarak korunmaya devam etmektedir.


Ve benim, Abant Gölü Tabiat Parkı ile ilk tanışmam, 2018 yılının Ocak ayında, karların her yeri kapladığı ve yağmurun beni bambaşka bir dünyaya alıp götürürken yağması ile olmuştu. Bu mevsimde, havanın çok soğuk olmasına rağmen, doğanın insana hissetirdiği huzur paha biçilemezdi..


Gölün çevresinde faytonla, bisikletle ya da yürüyerek dolaşılabilir. Kış aylarında ise karlarla kaplı olduğu için kızakla da gezilebilir, hatta kayak bile yapılıyor. Karın her tarafı kapladığı zamanlarda ise, gölün üzerinde de geziliyor. Yani burası her mevsim ayrı bir güzelliğe sahiptir. Mükemmel doğa manzarası ile buraya gelenleri adeta büyülemektedir.

Abant Gölü’nün etrafında konaklamak için oteller ve bir çok restorant da bulunmaktadır. Aynı zamanda çevresinde dinlenme tesisleri, kamp yapma alanları, spor aktiviteleri ve piknik yapmak için özel bölgeler de olduğu için burası tamamen bambaşka bir dünyada hissetmenizi sağlayacaktır.



Abant Gölü'nde Konaklama

Abant’da bir haftasonu geçirmek isterseniz, bölgede bulunan konaklama tesislerinin isimlerini aşağıda sizlere yazıyorum;

1. Büyük Abant,
2. Abant Palace ve
3. Abant Köşkü.

Bu otellerin üçü de gölün etrafında olup, dağ ve göl manzarasına sahiptirler.


Abant Gölü Tabiat Parkı’nda bir de ‘Abant Tabiat Müzesi’ bulunmaktadır. Müzede, doğal şartlarla hayatını kaybetmiş hayvanlar sergilenmektedir.


Haritada Abant Gölü




Abant Gölü’ne Ulaşım

Bolu iline bağlı olan Abant, şehir merkezine 40 km uzaklıktadır. Abant Gölü ve çevresi, milli parklar statüsünde koruma altında olduğundan dolayı, etrafında veya içerisinde pek fazla yol çalışması yapılmasına izin verilmiyor. Buranın en güzel yanı ise, Ankara-İstanbul karayoluna yakın olması nedeni ile, ulaşım alternatifini de artırıyor.


Abant’a nasıl gidilir sorusuna bir kaç farklı şekilde cevap verebilirim.

1. Uzak şehirlerden geliyorsanız, en yakın havalimanını tercih edebilirsiniz,
2. Bolu il merkezinden minibüsle, taksiyle ya da araba kiralayarak gidebilirsiniz,
3. Bolu’ya sefer yapan otobüs seferleri ile gidebilirsiniz,
4.Kendi aracınızla gidiyorsanız, E-5, TEM Ankara-Bursa, Afyon-Antalya gibi yolları kullanabilirsiniz,
5.Ankara-İstanbul yolundan ise, yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonunda Abant’a ulaşmış oluyorsunuz.

...

Hadi şimdi de daha önce sizlere bahsetmiş olduğum o güzel efsaneye gelelim

Abant Gölü Efsanesi

Abant’ın tarihi içinde türlü efsaneler varmış. Bir rivayete göre ‘Alaboyun’ Abant Gölü civarında yaşarmış ve yılda iki üç kez şu an otellerin bulunduğu bölgelere inermiş. Alaboyun simsiyahmış ve boynunda gerdanlık gibi bir alaca lekesi olduğundan ona ‘Alaboyun’ derlermiş.


Efsaneye göre;

“Bir zamanlar buradaki kilisede yaşayan iki papaz kutsal öküzleri ile şu an gölün bulunduğu yeri sürüp burada yaşayan köylüleri bu tarlanın ürünleriyle beslerlermiş. Öküzün boyunluğu ve sabanı altındanmış. Bu yüzden alınan ürün de o kadar çok ve kıymetli olurmuş.

Aradan uzun bir zaman geçmiş ve kutsal öküz ölmüş. Etraftaki tüm köylüler yasa boğulmuş. Rahipler tarlayı süremez olmuşlar. Tarlanın her yanı taş olmuş. Açlık ve kıtlık başlamış. Artık köylü açlıktan dayanamaz hale gelmiş ve kiliseye saldırmaya gelmişler. Tam o anda taş kesen tarla birden alev püskürmeye başlamış ve tarlanın bulunduğu yerde kocaman bir delik açılmış. Köylüler o kadar korkmuşlar ki, hemen orayı terk edip gitmişler. Keşişler bu işin sırrını anlamışlar. Toprağın gazaba geldiğini bu yüzden bunların olduğunu düşünmüşler ve bir akşamüstü ilahiler okuyarak altın sabanı ve boyunluğu ateş püsküren toprağın bağrından içeri atmışlar. Birden gökyüzü açılmış, akşam olup kararan hava gün gibi aydınlanmış, hava tekrar ısınmış, çiçekler açmış, kuşlar cıvıldamaya başlamış ve alev püsküren delik sakinleşmiş ve deliğin içinden sular fışkırmaya başlamış. Tam bu sırada ‘Alaboyun’da ormana dalmış. O günden sonra o taş tarlanın yerinde bugün balıkların yüzdüğü, etrafında faytonla, bisikletle ya da yürüyerek gezdiğimiz, sazlıkların ve nilüferlerin süslediği Abant Gölü oluşmuş”

...

Abant Gölü’nü daha yakından görmek ve keşfetmek isterseniz, burası haftasonu için tam kafa dinlemelik bir cennet. Kendini bambaşka bir dünyada ve doğa ile içiçe olabileceğin huzur kokan bir ada

...

Ben hayran kaldım
Burayı bir de sonbaharda görmek isterim

...

Sevgiyle kalın













0 yorum: