Zaman ve Huzur..

23:37 Unknown 1 Comments

 
Gerçekten neydi huzur?
Ya da huzuru bulmaya çalışırken, geçip giden zamanın farkında mısın?
Ve;
Her akşam aynı can sıkıntılarıyla eve eve giriyorsan, belki de bir şeylerin değişmesini beklemek yerine, kendinden başlamalısın değişime..
Mesela;
Güneş gözlüklerini yüreğine takıp, gördüklerini hissederek yoluna devam edebilirsin..
Farzet ki;
Zamanın akan bir nehir, sen de kayıkta giden yolcusun..
Ve;
Sen kayıktan insen de, o gitmeye devam edecektir..

1 yorum:

Kalp ile Mantık ve Mücadeleleri..

09:43 Unknown 0 Comments


Söylediklerimiz vardır, bir de; 'Söylemek' istediklerimiz..!
Yaptıklarımız vardır, bir de; ‘Yapmak’ istediklerimiz...!
Yaşadığımız hayat vardır, bir de; ‘Yaşamak’ istediğimiz...!

Kısacası; bir yan da  mantığımız vardır, diğer yan da ise kalbimizin sesi..

Sanırım, yazıma yine gelişme bölümünden giriş yaptım..

Nedendir bilmem, son zamanlar da bu konu beni fazlasıyla düşündürmeye başladı. Belki de, duygularım ile aklım arasında bir yerlerdeyim! Kalbim mantığıma ters, mantığım ise duygularıma düşman. Kıran kırana bir mücadele..

Sizin de, hayatınızın belli dönemlerinde böyle bir ikileminiz oluyordur elbet..! O zaman pek de farklı sayılmayızdır. Biraz benim gibisinizdir, biraz da diğerleri gibi..

Peki, birini seçme şansımız olsaydı, hangisini seçerdik? Ya da sorumu değiştireyim; 

‘Her şeyin mantığa uygun mu olması gerekiyor?  ‘Evet’ dediyseniz, yazımı sonuna kadar okumalısınız. ‘Hayır’ dediyseniz, yine okumalısınız..

Bazen öyle anlar olur ki, mantık ‘deli olma’ diye duyguları bastırıp, kalbi susturmaya çalışır acımasızca. Ama kalp, yine de savaşmaya devam eder korkusuzca..

Onlar birbiriyle savaşırken, zihninde dolaşan soru, kemirdikçe kemirir seni. Bir yan da mantığın, diğer yan da ise kalbinin sesi. Aklının sana söyledikleriyle, hissettiklerinin birbirine zıt olması sonucu içinde bulunduğun durum, seni çaresizlik içinde kıvrandırır durur. İkisi arasında seçim yapmak öyle zordur ki, kalbini dinlesen mantığın söylenip duracak tüm küstahlığıyla, mantığını seçsen kalbin acıyacaktır. Belki de seni pişman bile edecektir, onu dinlemeyip, hislerinin peşinden gitmediğin için. Yine de, sonunda kazanan kalp olsa bile, pişman olmamak için mantığı da fazla hafife almamak gerekir..

Bir masala göre;

“Bir köyün dışında iki dilenci yaşarmış. Biri kör, diğerinin de bacakları yokmuş. Bir gün köyün dışında, dilencilerin yaşadığı bölgede orman yangını çıkmış. Bu iki dilenci aynı meslekten olup, aynı insanlardan dileniyorlarmış. Bu nedenle rakipmişler. Onlar dost değil düşmanlarmış..

Orman yanarken, iki dilenci bir an için düşünmüşler. Evet, birbirlerine düşmanlardı, hatta konuşmuyorlardı bile. Ama bu acil bir durumdu..

Kör adam, bacakları olmayan adama seslenmiş;

‘Kurtulmanın tek yolu var. Seni omuzlarıma alacağım. Sen benim bacaklarımı kullanacaksın, ben de senin gözlerini. Ancak bu şekilde kurtulabiliriz” demiş..

Bacaksız adamın yanan ormandan hızla çıkması mümkün değildi. Her taraf alevler içindeydi. Biraz yol alabilirdi, ama bir işine yaramazdı. Çok hızlı bir şekilde çıkması gerekiyordu. Kör adam da çıkamayacağını biliyordu. Yangının ne tarafta olduğunu, hangi ağaçların yandığını ve nerede boşluklar olduğunu göremiyordu. Kör bir adam olarak kaybolacaktı. Ama ikisi de fazlasıyla zekiydi. Düşmanlıklarını bırakıp, yangından kaçabilmek için anlaşmışlar ve dost olmuşlardı. Böylece hayatlarını kurtarmışlardı”

... 

Bu bir masal ve takdir edersiniz ki masalın, dilencilik ya da orman yangını ile bir ilgisi yoktur. Beni, seni veya onu ilgilendirir. Yanmakta olan da, orman değildir..

Sensin sayın okuyucu! Sensin yanmakta olan! Acı çekiyor, yangınlar içinde yanıyor ve sancılar içinde kıvranıyorsun. Yalan mı?

Aklın, bacaklarına güvenip, çok hızlı yol alabilir; ama aynı zamanda tek başına da ‘kör’dür. Hangi yöne gideceğini, hangi yolu seçeceğini göremez çoğu zaman. O yüzdendir ki, devamlı ayağı takılır, tökezler, düşer ve kendine zarar verir. Sonra ne mi olur? Sonra da hayatın anlamasız olduğunu düşünür ve yanmaya devam eder..

Böyle de bir düşünce vardır ki; ‘Hayat anlamsızdır’..! 

Dünyadaki bütün entelektüeller bunu söyler.. Söylerler ama yine de kendi bildiklerini okumaya devam ederler. Hayat, tabi ki onlara anlamsız gelir. Çünkü, kör olan akıllarıyla, ışığı görmeye çalışırlar. İşte bu imkansızdır..!

Tekrardan dilencilerin masalına dönecek olursam; İkisi birlik olup, yangından kurtulabilmişlerdi..

Kalbin bacakları olmayabilir ama gözleri vardır . Akıl, kalbi omuzlarının üzerinde kabullenmelidir. Buna mecburdur. Kalp, oyun perdesinde yerini aldığı zaman akıl zekaya dönüşür. Bu bir dönüşümdür. İnsan ise, entelektüel değildir. Ancak, aklını ve kalbini birlikte kullandığı zaman bilge olabilir

...

Kalbimin sesini dinleyen bir insan olmasaydım, bu yazıyı yazamazdım..

Aklım ise, bu perde de bana sadece figurandı..

Sayın okuyucu, şimdi kararı sen ver;

‘Mantığın mı? Kalbin mi?’

...

Sevgiyle kalın..
Atiye BIÇAK 





0 yorum:

Belki bir umuttur yaşamak..!

09:03 Unknown 0 Comments


Farkında mısınız? Hepimiz aynı gemide yol alıyoruz..

Bakacak olursak, herhangi bir uğraş, bir iş değil de koca bir hayatsa içinde kürek  çektiğimiz, dertler uzaklaşıp gitmek yerine peşimizden geliyorsa ve onların ağırlığını omuzlarımızda hissediyorsak, gerçeklerle yüzleşmek kadar, hiç birşey koymaz bu hayatta insana!

Hayat çok kısa..!

Yarın bizi neyin beklediğini bilemeyiz ya da bir gün sonra, belki de bir saat sonra.. Ve hayat bu kadar kısayken, neden dünyayı savaş alanına çeviriyoruz? Az önce 'belki' dedim de aklıma geldi; Hayatımız da böyle değil mi? 'Belki'ler hiç bitmez. Herşey bir 'belki' ile başlar ve onun üzerine kurulur. Sonra da o kayıktan bir türlü inemiyor insan, ta ki kürekleri parçalanana kadar. Belki de, 'belki' ler bir tuzaktır aklımızın en kuytu köşesinde sinsice bekleyen. Ya da içimizdeki ' Umut'tur yüreğimizin en temiz yerinde yeşeren. Sanki, bir bilmece gibi. Cevabı bulabilirsek, ama doğru cevabı, akıntıya kapılmadan kayığımızı kıyıya güvenli bir şekilde getirebiliriz ancak...

0 yorum:

Kurnaz Tilki ve Nankör İnsan..

02:33 Unknown 1 Comments


Bir nanköre sormuşlar;
‘Ne yaptı da dostuna kırıldın?’
- ‘Her dediğimi yaptı, birini yapmadı’ demiş
...

Uzun bir aradan sonra tekrardan herkese merhaba :)

Nedendir bilmem, sebepsizce ve ne yazacağımı bilmeden bilgisayarımın başına geçtim.
Sonra dedim ki kendi kendime; ‘Ah bu insan egosu’ !

Ego çıkmazı = Nankör insan!
...

Kısa bir süre önce, instagram hesabımda şöyle bir paylaşımda bulunmuştum;
“Temiz kalpler büyütmek yerine, nankörlükle kirletilen kalpler”
...

Gerek kendi gözlerimle şahit olup, bire bir yaşadığım şeyler olsun, gerekse senin, onun veya bizim gibi diğer herekesin yaşanmışlıkları..

Çoğu zaman, sevgiden, dostluktan bahsederiz ama yine de egolarımıza yenik düşeriz. Yapılan iyiliklerin kıymetini bilmeden, karşı tarafa ihanet ederiz. İyilikler, bir zaman sonra görmezden gelip unutuluyorsa bunun adına ‘Nankörlük’ ten başka bir şey denilmiyor. Yani, içinde yaşamaya çalıştığımız bu dünya, tam anlamıyla çıkar dünyası..

Ne yazık ki, basit bir şekilde kendi egolarımıza yenilip, insan olabilmenin erdemliğini unutuyoruz
...

Lafı fazla uzatmadan güzel bir hikaye ile devam edeyim izninizle;

“Günün birinde bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırır. Kurt ormanda oraya buraya kaçar, ancak peşindeki avcıları bir türlü atlatamaz. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar;

‘Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen yakalayıp öldürecekler’
Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Bir süre sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar. Köylü; ‘Görmedim’ der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olan köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar ve kurdu dışarı salar.

‘Çok teşekkür ederim’ der kurt, ‘Bana büyük bir iyilik yaptın’. ‘Önemli değil’ der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. ‘Bir dakika’ diye seslenir kurt; ‘Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok.’

Köylü şaşırır; ‘Olur mu, ben senin hayatını kurtardım.’

Kurt ise; ‘Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur’ der ve devam eder ‘Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım’.

Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. ‘Ne vefası’ der kısrak, ‘Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, gezdirdim, taylar doğurdum ama yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..’ Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. ‘Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim’ der köpek, ‘Yıllardır sahibime sadaketle hizmet ederim, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..’

Kurt köylüye döner, ‘İşte gördün’ der. Köylü de son bir çabayla ‘Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye’ diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar.

Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.

‘Her şeyi anladım da’ der tilki ‘Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?’

Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar; ‘Gözümle görmeden inanmam..’ İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve ‘Beni yemeğe kalktın ha nankör yaratık’ diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.

Sonra tilkiye döner; ‘Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın’der.

Tilki de ‘Benim için bir zevkti’ diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter;

‘Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş’
...

Son olarak;

Hikaye bu ya, kurt yaşamaya devam etmiştir ama ya insan? Yoluna devam ederken, üstünü örtmeye çalıştığı nankörlüğü ile başbaşa kalıp belki de vicdanının sesini susturmaya çalışmıştır..

Tilkiye gelince; Egosuna çok güvenen kurnaz bile, günün birinde bir nanköre yenilebiliyor!

...

Sevgiyle kalın..

Atiye Bıçak.

1 yorum:

50 Yıllık Sadakat ve Sedef Çiçeği..

01:53 Unknown 1 Comments


“Bilgeye sormuşlar;
Dünya da en güzel şey nedir diye?
‘Sevmek’ demiş..
Peki sonra? demişler..
‘Sevilmek’ demiş..
Peki neden sevmek, sevilmekten önce geliyor? demişler..
O da demiş ki; ‘İnsan sevdiğine, sevildiğinden daha çok emindir”
...

Ne de doğru söylemiş bilge; ‘Sevmek’...‘Sevebilmek’!

Peki ya ‘Aşk’ ?

Elbet herkes, aşkı bilir. Aşkın, yarattığı kapanmak bilmez yaralarını da, o yaralara merhem bulmanın ne denli boş çabalar olduğunu da bilir. Fakat, onu tanımlayamaz..

Aşkı, hep bir gemiye benzetmişimdir. Bizi uzaklara götüren bir gemi. Bilmediğiniz bir diyara gitmek için yola çıkarız. Bu gemi ne kadar uzağa giderse gitsin, bu yolculuğun sonunu getiremeyiz. Ulaşmak isteriz ama ulaşamayız. O gemi, bir türlü varmak istediğimiz limana varmaz. İlk başlarda herşey mükemmeldir. Öyle değil mi? Gözler kördür, kalpler ise sihirli. Kimi ‘sen benim herşeyimsin’ der, kimi ‘seni asla bırakmayacam’ der, kimi de ‘sen benim son şansımsın’ der!

Derler ve giderler.. Yalan mı sayın okuyucu?

Giden mi mağdurdur kalan mı? Bilmez kimseler bu sorunun cevabını..

Peki, sen hiç kendine sordunmu; ‘Acaba ben mi yanlış yaptım’ diye? Hani hep giden suçlu olur ya, belki de sen istemişindir gitmesini..

Sonra ne mi olur?

Yazılar yazılır anlamsızca..! Sosyal medyada gönderi bildirimleri açık olan aşığın hesabı engellenir, kimi zaman aşk şarkılarında teselli aranır, kimi zamanlarda ise meyhane masalarında eski sevgiliye ya kadeh kaldırılır ya da küfür edilir. Kimi, onun bıraktığı boşluğa kederlenip sürekli acısını kazıyarak tazeler, kimi ise onu ilahi adalete bırakır..

Bana sorarsanız aşk; tek bir zamanda, tek bir insana karşı hissedilen bir duygudur ve ‘koskaca okyanusta küçük bir sandalla dolanmak kadar aptallıktır’ diyebilirim hiç düşünmedem. Ve küçük bir sandalla okyanusa açılmak, sevdaya zarar verir. Beklemeli ve düşünmelidir insan. Sevdasına zarar gelmesini istemiyorsa çok iyi düşünmelidir. İşte burada, aşk oyunu perdesinin en önemli sahnesi yerini alır;

‘Sabır ve sadakat’..

Aşk, ilk bakıştaki gibi değildir. Öyle kalmaz. Aşk, sabır ve sadakat ister. Sahi sabır ne idi? Sanırım sabrın giderek ne olduğunu ne olmadığını unuttuk..

Yeri gelmişken; Kısa bir süre önce yapmış olduğum bir gezide hiç tanımadığım ve yaşını başını almış, asaletli bir teyzeye rastladım. Güzel bir sohbet geçmişti aramızda. Oldum olası sevmişimdir zaten eski yaşantıların, yaşanmışlıklarını dinlemeyi. Konu aşka ve sevgiye nasıl gelmişti hatırlamıyorum ama teyzenin hala daha eşine olan sevgisi ve sadakati gözlerinden okunuyordu. Beni en çok etkileyen sözleri ise şunlar olmuştu;

“Sevilmek ekmek ise, sevmek ise sudur. Ben ikisini de buldum”

...

Sabır dedim az önce, sadakat dedim! Belki de bütün mesele buydu! Özür dilerim ama şimdilerde kullanım tarihi geçmiş sanki bu ikilinin, sevmeler de kelebeğin ömrü kadar olmuş. Tıpkı ‘Göçmen kuş ile serçenin’ hikayesi gibi.. Evliliklere, arkadaşlıklara bakıyorum da, artık kimin eli kimin cebinde belli değil. Daha bir ilişki bitmeden bir başka aşka koşuyorlar. Önce, iki damla göz yaşı, sonra başka aşklara yelken açıyorlar

...

Yazımı, ‘Sedef Çiçeği’ hikayesi ile bitireyim izninizle;

Mahkeme salonundaki, yaşlı çiftin durumu içler acısıydı..

Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. 

Hakim tok sesiyle yaşlı kadına; ‘Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?’

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı: ‘Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan’

Sonra mahkeme salonunda uzun bir sessizlik hakim oldu. Sessizlik, gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu..

Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu..
Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti;

‘Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim.. O bilmez.. 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım; ‘Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye’.. İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar. O gece takatım kesilmiş uyuya kalmışım. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim..’

Hakim yaşlı adama dönerek; Diyeceğin bir şey var mı baba? dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
Tane tane konuştu;

‘Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli gürünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de.. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerden birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Lafım geçmedi.. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona; ‘Gece çiçek sularsan geçer’ dedim, adak dilettim.. Her gece onu uyandırdım ve sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki..’ dedi adam

O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle; ‘Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de, yaşlılık işte, ben de uyanamadım, uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı ama Fadimemin boynu yine azabilirdi. Suçlandım ama sesimi çıkartamadım..’

O anda, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu

...

Sevgide cömert, ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım..


Sevgiyle kalın..

Atiye BIÇAK.





1 yorum: