'İmkansız' diye bir şey yoktur...

00:11 Unknown 0 Comments


Altı ay önce başlamıştım blog yazmaya. Yazdıkça daha çok sevmeye başladım bu işi ve keyif aldıkça, daha bir yazasım geldi. Ben bir ‘yazar’ değilim ve amacım da ‘yazar’ olmak değil! İlk başlarda; kısa sürede, bu kadar yol alabileceğimi ben de tahmin etmiyordum. Sizlerden gelen güzel yorumlar, mesejlar ve her zaman takipte olduğunuz için; ‘İyi ki varsınız’ diyorum. Çünkü, ‘İyi ki blog yazmaya başlamışım’ dememi sizler sağladınız...

“Impossible is nothing”... derler...

O zaman şimdi, bu haftaki yazıma yine bir Nasreddin Hoca fıkrası ile başlayayım:

“Nasreddin Hoca, bir gün elinde koca bir bakraç yoğurt mayasıyla gölün kenarına gelmiş. 
Başlamış kaşık, kaşık dökmeye. Hocayı görenler;

-Hocam, ne yapıyorsun?

Hoca:

-Göle yoğurt mayası çalıyorum demiş, kıs kıs gülerek.
-Hocam, göl maya tutar mı hiç?

Hoca cevabı yapıştırmış tabi:

-Ya tutarsa?”

....

“İmkansız diye bir şey yoktur, yalnızca olasılığı çok düşüktür.”

....

Bazen, olmasına imkan ve ihtimal olmayan bir şeyi çok istersin. Hatta inatla direnirsin olana kadar. Haftalar, aylar ve belki de yıllar sonra bir bakmışsın ki, o imkansız görünen şeyi, hayat yoluna hiç ummadığın anda çıkarmış ve bir armağan gibi sunmuş sana. İşin ilginç tarafı ise, tam ümidi kesip, uçurumun kenarından aşağıya düşersin korkusu ile geri dönmek istediğin zaman; ‘gel hadi, geç şu uçurumu’ dercesine köprü kurar hayat senin yoluna. Tabi, sen o yoldan hala daha vazgeçmemişsen, kabul edersin bu armağanı...

‘Herşey olması gerektiği gibi mi gidiyor?’ yoksa ‘Böyle gitmesi gerektiği için mi?’ diye arada durup düşünüyor insan. Olmasını istediğin ve beklediğin şeyler için, sana engeller koyarken hayat, kimisinin üzerine de bazı şeyler gökten zembille iniyor değil mi?

Bana sorarsanız; Aslında herşey kişinin kendi elindedir. Ve o ‘engeller’ zamanla ortadan kalkar, eğer yeteri kadar çaba sarfedip istiyorsan; Hayatındaki ‘Keşke’lerin ‘İyi ki’ lere dönüşeceğinden şüphen olmasın..

Tekrardan Hoca’nın fıkrasına geri dönelim;

Takdir edersiniz ki, bir bakraç maya ile göl yoğurt tutmaz. Aslında Hoca, göle maya çalma bahanesi ile bize ‘İmkansız’ diye birşeyin olmadığını anlatmak istemiştir..

Ulaşmak istediğin hedeften, seni vazgeçiren durumlar ya da engeller ile karşılaşabilirsin. Ve bu çok normaldir. Önemli olan, tüm zorluklara rağmen, aşabilmek için çabalamak gerektiğini bilmektir. Yani, göl maya tutmaz önyargısı ile hedeften vazgeçersek, göl asla maya tutmayacaktır! Varsın, dışardan seni izleyenler bu çabalamana gülsünler. Belki de, senin deli olduğunu bile düşüneceklerdir. Boşver! Takılma sen onlara. Çünkü, olmayacak bir şeyin olacağına inanmak ve bunu başarmak cesaret işidir, delilik değil..

....

Yazımın başında söylediklerime gelince;

Belki ben, Nasreddin Hoca gibi ‘Ya tutarsa’ diyerekten başlamadım yazmaya ama mücizelerin olduğuna hep inandım. Yakın zamanda ise, sizlere bir süprizim olacak...

Yaşamınızdaki engelleri tek tek çıkarmanız dileklerimle...

Mucizelere inanın.. Ve mutlu kalın...

Sevgilerimle,
Atiye BIÇAK






0 yorum:

Bazen de 'Bırakmak' gerekir ipin ucunu...

10:00 Unknown 0 Comments


Düşünüyorum da, acaba neydi gerçekte yanlış olan? Gittiğimiz yol muydu, yoksa o yolda karşılaştığımız insanlar mıydı yanlış olan?? Yanlış ne kadar yanlıştı, ya da ‘doğru’ diye bir şey var mıydı? Sanırım, çok doğru bir cümle ile başlamadım yazıma. Ama yolun başında olduğu gibi, bazen bilemeyiz ki neyin yanlış, neyin doğru olduğunu..

Bir kaç hafta önce instagram hesabıma, blog konusu için gelen yorumlar ve mesajlar arasında; “Var olan ama aslında olmayandan vazgeçmek”, “Zorluklara karşı dik durmak”, “İnsan hayatındaki takıntılar”, “Sürekli olarak bir şeyleri elde etme isteği”, “İntikam”, “İnsanların egolarına yenilmesi” gibi konular vardı. Bir de bu yorumlar arasında; “Gerçek hayatta imkansız diye bir şey var mı?” diyen olmuştu. Bu konuya, bir blog yazımda mutlaka yer vereceğim deyip, bu haftaki yazıma devam edeyim izninizle..

Tüm o yazdığınız yorumlarınıza karşılık olarak ben ‘Bırakın’ diyorum. Evet, bırakın!

Bir şeyin olmasını çok isteriz ya hani. Aslında tamamen iyi niyetliyizdir. İyilik olsun isteriz, güzel ilişkilerimiz olsun, sevelim, sevilelim isteriz. İlgi görelim ve ilgilenelim, önemsediğimiz kadar önemsenelim, hatırladığımız kadar hatırlanalım isteriz. Ve belki de, bunların olmaması için hiç bir sebep yoktur. Ama yine de olmaz...

Hep şarkı sözlerinden gidiyor diyeceksiniz ama, ‘sevelim, sevilelim’ deyince, yine bir ezgi çaldı kulağıma:

Zülfü Livaneli;

“Dünyayı güzellik kurtaracak”, 
“Bir insanı sevmekle başlayacak herşey” diyordu..

Ve ne güzel bir mısraydı. Birbirinden farklı iki cümle ama birbiriyle de bir o kadar uyumlu. Bu iki ayrı cümleye bakacak olursak;

‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ diyen Dostoyevski ve ‘Bir insanı sevmekle başlar herşey’ diyen Sait Faik’in sözlerini birleştirip, sanki bir şeyleri anımsatmak istiyordu bizlere. Duyguları ortak bir noktada buluşturmayı başarmıştı sanatçı. Sanatçıya göre, bir insanı sevmekle başlayabilirdi herşey..

Evet, diğer herşeyi bir kenara bırakıp, belki de sadece severek ve sevilerek devam etmeliydik yolumuza. Seçtiğimiz yol; İster ‘Yanlış’ olsun, İster ‘Doğru’ ...

Hayatımızda, kaçmasın diye sıkı sıkı tuttuğumuz ve asıldığımız ipler vardır. Tuttuğumuz her ne ise, bizi sadece tuttuğumuz şeye bağlayan ve bırakamadığımız, hatta kendimize doğru çektikçe, yıpranarak düğümlere dönüşen ipler! İşte, böyle zamanlarda belki de daha çok yıpranmaması için bırakmak gerekir..

Arda Erel’in dediği gibi;

“Bırak dünün senden götürdüklerini, sana kazandırdıklarını düşün. Giden gitti çoktan ama kazandırdıkları, sana kattıkları hala seninle, yanıbaşında. Bırak kimin sana ihanet ettiğini, nasıl ettiğini, niye ettiğini. Herkesi anlayamazsın. Yapmak istemiştir, yapmıştır. Yorma olayları, insanları. Çözdüm derken, bambaşka biri çıkar insanların içinden..

Bırak arkandan ne dediklerini, niye dediklerini, kime dediklerini. Ne yaşadığı hakkında ufacık fikri olmayan insanların, değersiz, boş yorumlarını..

Bırak yarın neler getirecek diye düşünüp durmayı. Dünde bugünü merak ediyordun. Yaşayıp gör. Endişe, güzel şeyler yaşamanı engeller. Güven, güzel şeyler olacağına..
Sen bırakmadıkça, bırakamadıklarını içini yiyip bitirecek. Bırak ki, o bırakamadığın kötü şeyler de seni bıraksın..”

Çoğu zaman, hiçbirimiz de bu kadar detaylı düşünemeyiz. Aslında, detaylı düşünmeyi ve analizi gerektiren bir durum da yoktur ortada. Ama genelde böyle düşünmeyiz ve yormaya devam ederiz, hem kendimizi hem de insanları. Belki de çoktan bitmiştir bitecek olan, yine de ‘inceldiği yerden kopsun’ diyemeyiz. Çünkü, kopmamıştır inceldiği yerden ve acıtmaya devam eder inceden. Zorlarsan olmaz, ama olmayışı da zorlar. Değil mi?

O zaman şunu bilmelisin sayın okuyucu; O zorladığın kapı, yüzüne kapandıysa eğer, sana düşen o kapının önünde beklemeyi bırakmak ve açılacak yeni kapılara yönelmektir..

Bazen, gerçekten ipin ucunu bırakmak gerekir. Dönen mevsimler gibi akışına bırakacaksın, olayları ve insanları. Özgür bırakıp, özgür olmayı seçeceksin. Olmuyorsa, olmuyordur! Sen de bunu bileceksin. Bilip, kabul edeceksin, sonra da bekleyip, sonuçları göreceksin..

Ve son bir söz;

Unutmayın ki; Bir ip koptuğu zaman yeniden bağlanabilir ama eskisi gibi çekmeyecektir;

İster ‘Yanlış’ olsun, İster ‘Doğru’

...

Mutlu hafta sonları...

Sevgilerimle,
Atiye BIÇAK.


0 yorum:

Gerçekten! Neydi 'Huzur'..?

09:35 Unknown 1 Comments


Bu sabah İstanbul’a uyandım..

İstanbul’u severim. Tüm kalabalıklığına ve gürültüsüne rağmen hep huzur vermiştir bana. Zaten, huzuru sessiz ve sakin yerlerde aradığım hiç olmadı. Bana sorarsanız; Kalabalıkların ve sıkıntıların içerisinde bir yerlerde yanan tek bir mum ışığının yüreğimizi aydınlatmasıdır huzur. Çünkü, yanan bir tek mumun, yüzlerce mumu aydınlatabileceğine inanıyorum..

İstanbul deyince, kalabalık ve gürültü gelir aklıma. Bir de, sarayların ve kralların olduğu dönemler! Kral demişken, bir hikaye de buraya yakışır:

“Bir gün, halkı tarafından sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar ve birbirinden güzel resimler yaparlar..

Sonunda eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece iki resimden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir..

Resimlerden birisinde, sükunetli bir gölge vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar ise gökyüzünü süslüyorlardı. Ve bu resme kim baktı ise, onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu..  

Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu.. Kısaca resim, hiç de huzurlu gözükmüyordu..

Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise, anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde, anne kuş yuvasını koruyordu..

Harika bir huzur ve sükun örneği.. Ödülü kim kazandı dersiniz? Tabi ki ikinci resim. Kralın açıklaması ise şöyle idi;

‘Huzur, hiç bir gürültünün, zorluğun bulunmaması ve sıkıntının olmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükun bulabilmesidir’...”

...

Huzuru aradığımız zamanlar olmuştur. Ya da hayatımızın bazı dönemlerinde ‘nasıl huzurlu olabilirim?’ diye kendi kendimize de sormuşuzdur. Kimimiz bir şarkının nakaratında, kimimiz bir kitabın satır aralarında, kimimiz bize söylenen bir cümle de, kimimiz de geçmiş günlerde hep onu arar dururuz, telaşlanır da peşinden koşarız. Bazen de bir deniz kenarında oturur uzaklara dalarız. Ya geçmiş günlere yad ederiz ya da bir gün gelip kapımızı çalarsa diye beklemeye başlarız huzuru. Umutsuzlukların ardında saklar da, kaygıların arasında özleriz onu.  Sonlara erteleriz ve ümit ederiz gelecekte bizimle olsun diye. Sonra, sert bir dalga kıyıya vurur, çıkarız daldığımız yerden...

Sayın okuyucu, ‘Huzur’ diyorum..! Belki de, hiç bir karşılık beklemeden, herhangi bir neden aramadan sadece içimizden geldiği gibi yaşayarak bulacaktık huzuru. Huzuru arayanlar olmuştur elbet. Günün sonunda bulmuşlardır ya da yaşamları boyunca bulamamışlardır. Hatta, aramaktan yorulup, onun gelip de kapıyı çalmasını bekleyenlerde vardır. Bilemeyiz! Bir de, instagram ya da facebook hesaplarına bakıyorum; herkes mutlu, herkes huzurlu. Ama çoğu zaman o fotoğraf karesinde göründüğü gibi değildir hayatlar. Zaten, sorsan herkes mutlu, huzurlu ve kalbi temiz. Ama baksan bu kadar acı, gözyaşı ve kahrolası kötülük nereden geliyor? Niye sahte pozları karelere koymak için kendimizi şartlıyoruz? Çünkü, gerçeklerin bizi bizden aldığını biliyoruz da ondan...

Gerçeklerde tıkanıp kalıyor musun? Değişime olan ihtiyacını biliyorsun ama bağlılığa olan sadakatin ağır basıyor değil mi? Eğer durumun böyle ise, sen gerçekten de ‘gerçeklerin’ farkında değilsin ve bu yolda isen huzurun seni bulmasını boşuna bekliyorsun..

Gerçeklerde tıkanıp kaldığında hayatın, soluk alman güçleşir, yüreğin susar ve mantığın ayaklarından tutup sürüklemeye başlar seni. İşte, o zaman gittiğin yoldan tam geriye dön yüzünü. Yüreğini rahatlatacak yeni yollar seçmeye başla. Yeni yollar, yeni insanlar! Ertelediğin ve yapmak isteyip de bir türlü yapmaya cesaret edemediğin her ne varsa gerçekleştirmeyi dene. Her geçen gün, ölüme bir gün daha yaklaştığını unutma! Farzet ki; zamanın akan bir nehir, sen de kayık da giden bir yolcusun ve kayıktan insen de o gitmeye devam edecektir..

Evet; ‘Zaman’! Huzuru bulmaya çalışırken, zaman da hızla geçip gidiyor. Ve sen, her akşam aynı can sıkıntılarıyla eve giriyorsan, belki de değiştirmeye çalışmalısın bir şeyleri. Mesela, güneş gözlüklerini yüreğine takıp, gördüklerini hissederek yoluna devam edebilirsin...

Nasıl ki, hikayedeki  kral, o gürültülü tablo da bır ışık gördü, emin ol ki, senin hayatında da göremediğin yanan bir mum vardır. Belki de senin huzurun orda saklıdır. O zaman kendi tablona dikkatli ve gördüklerini hissederek bak...

Huzur, ne geçmişte kalmıştır, ne de yarınlarda saklıdır. Huzuru, ertelemekten ve geç kaldığını düşünmekten vazgeçtiğin zaman, onu yanında bulacağından emin olabilirsin...

Mutlu hafta sonları..

Sevgilerimle,
Atiye Bıçak.





1 yorum: